bütünleşme

listen to the pronunciation of bütünleşme
Türkçe - İngilizce
concretion
consolidation
union
coalescence
(Avrupa Birliği) integration

In Russian, nouns of foreign origin generally don't succumb to integration. - Rusça'da yabancı kökenli isimler genellikle bütünleşmeye dayanamaz.

bütün
entire

Working together, they cleaned the entire house in no time. - Birlikte çalışarak, bütün evi çabucak temizlediler.

This is my favorite track on the entire disc. - Bu, bütün diskteki favori parçam.

bütün
all

If it rains tomorrow, I will stay at home all day. - Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.

Money is the root of all evil. - Para bütün kötülüğün köküdür.

bütün
whole

Will he eat the whole cake? - Bütün pastayı yiyecek mi?

Every Saturday we clean the whole house. - Her cumartesi bütün evi temizleriz.

bütün
{s} complete

This isn't completely wrong. - O bütünüyle yanlış değil.

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.

bütünleşme / entegrasyon
(Hukuk) integration
bütünleşme politikası
(Hukuk) integration policy
bütünleşme süreci
(Hukuk) integration process
bütün
utter
bütün
{i} gross

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!

bütün
the total
bütün
pan

The whole city is in panic. - Bütün şehir panik içinde.

bütün
intact
bütün
every

Every Saturday we clean the whole house. - Her cumartesi bütün evi temizleriz.

I have read every book in the library. - Kütüphanedeki bütün kitapları okudum.

bütünleşmek
{f} concrete
bütün
out-and-out
bütün
monolith
bütün
grand

My grandmother told me about her whole life. - Büyükannem kendisinin bütün hayatını bana anlattı.

Grandma walked to the market to buy food for the whole family. - Büyükanne bütün aileye yiyecek almak için markete gitti.

bütün
continuum
bütün
overall
bütün
thorough
bütün
full

All the hotels in town are full. - Şehirdeki bütün oteller dolu.

She got full marks by memorizing the whole lesson. - O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.

bütün
all-out
bütün
entirely

You're not entirely wrong. - Sen bütünüyle hatalı değilsin.

Sami is still not entirely satisfied. - Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.

bütün
sum total
bütün
integral
bütün
integrate
bütünleşmek
(deyim) make up
bütünleşmek
coalesce
bütün
omni-
bütün
entirety

Examine the question in its entirety. - Soruyu bütünü ile inceleyin.

We need to view this in its entirety. - Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.

bütün
all the
bütün
total

Have you been totally honest with me? - Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?

I said hello to Debby but she totally ignored me. - Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.

bütün
aggregate
bütün
holo-
birincil bütünleşme
(Pisikoloji, Ruhbilim) primary integration
bütün
out and out
bütün
totality
bütün
(a) whole, (a) totality
bütün
total, sum
bütün
whole, entire, total; all
bütün
clear
bütün
unbroken
bütün
round

He works hard all the year round. - Bütün yıl çok sıkı çalışır.

It is warm there all the year round. - Orada hava bütün yıl boyu sıcak.

bütün
solid
bütün
undivided
bütün
(before plural form) all
bütün
omni
bütün
all over the

English has spread all over the country. - İngilizce bütün ülkede yayıldı.

The life of Lincoln is read by children all over the world. - Lincoln'un hayatı bütün dünyada çocuklar tarafından okunur.

bütün
one and only
bütün
whole, entire, total, complete
bütün
holo
bütün
large (bill, money)
bütün
complement
bütün
all out
bütün
unbroken, undivided
bütün
the whole

I spent the whole afternoon chatting with friends. - Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.

Tom spent the whole day reading in bed. - Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.

bütün
sheer
bütün
allout
bütün
outright
bütün
teetotal
bütün
integer
bütün
aipha
bütün
monolithic
bütün
{i} ensemble
bütünleşmek
to become integrated
bütünleşmek
to become a united whole
bütünleşmek
defragment
ekonomik bütünleşme
(Hukuk) economic integration
ikincil bütünleşme
(Pisikoloji, Ruhbilim) secondary integration
müşterek kabul, toplanma, ileri intikal ve bütünleşme
(Askeri) joint reception, staging, onward movement, and integration
telsiz ve telli bütünleşme
(Askeri) radio and wire integration
toplumsal bütünleşme
social integration
Türkçe - Türkçe
Bütünleşmek işi
Bütün
pan
bütün
Eksiksiz, tam; parçalanmamış
bütün
Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi, bütünü
bütün
Birlik, tamlık: "Şiirde bir bütünün lüzumuna inananlar bile mısralar arasında birtakım aralıklar kabul eder."- O. V. Kanık
bütün
Birlik, tamlık
bütün
Parçalanmamış
bütün
Eksiksiz, tam: "Güller bütün güller bu sabah / Bir ağızdan şarkı söyler gibi açıyor her bahçede."- N. Cumalı. Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi: "Bütün civar köylerde onu sevmeyen yoktu."- Y. K. Karaosmanoğlu
bütün
Ufaklık, bozukluk olmayan (para)
bütünleşmek
Bütün duruma gelmek
toplumsal bütünleşme
Ortaklaşa amaçların izlenmesinde duygu ve davranışlarda ortak ölçümün geliştirilmesi
toplumsal bütünleşme
Toplumda amaçların izlenmesinde beliren duygu ve davranışlardaki birlikteliğin geliştirilmesi