tarafsızlık

listen to the pronunciation of tarafsızlık
Türkçe - İngilizce
{i} neutrality
impartiality

Even impartiality is partial. - Tarafsızlık bile taraflıdır.

{i} objectivity
fairness
impartiality, lack of bias
pol. neutrality
impartiality, detachment
neutralism
detachment
evenness
equilibrium
openness
fair play
indifference
equity
candor
candour [Brit.]
equitableness
noncommittal
objectiveness
even

Even impartiality is partial. - Tarafsızlık bile taraflıdır.

disinterest
dispassionateness
disinterestedness
equitable
{i} candour
(Sosyoloji, Toplumbilim) neurality
detach
taraf
{i} party

I intend to take my position as a third party. - Üçüncü bir taraf olarak pozisyon almaya niyetliyim.

The party was hosted by Dan. - Partiye Dan tarafından ev sahipliği yapıldı.

taraf
side

They live on the other side of the road. - Onlar sokağın diğer tarafında yaşıyorlar.

Everyone is a moon, and has a dark side which he never shows to anybody. - Herkes bir aydır, ve herhangi birine asla göstermeyeceği karanlık bir tarafı vardır.

taraf
way

Ladies and gentlemen, please come this way. - Hanımefendiler ve beyefendiler, lütfen bu tarafa gelin.

Would you mind looking the other way for just a minute while I change my clothes? - Elbiselerimi değiştirirken sadece bir dakika için diğer tarafa bakar mısın?

taraf
part

Both parties opposed war. - Her iki taraf savaşa karşı çıktı.

The police regarded him as a party to the crime. - Polis onu suçun bir taraftarı olarak görüyordu.

tarafsızlık yanlısı
neutralist
taraf
{i} facet
taraf
{i} end

The two sides must reach an agreement in principle by the end of June. - Haziran ayı sonuna kadar tarafların ilke anlaşmasına varmaları gereklidir.

Confessions by St. Augustine tells us the timeless story of an intellectual quest that ends in orthodoxy. - Aziz Augustine tarafından yazılan İtiraflar bize ortodokslukta biten entelektüel arayışın zamansız bir hikayesini anlatır.

taraf
{i} hand

You'll see the bank on the left hand side of the hospital. - Hastanenin sol tarafında bankayı göreceksin.

I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married. - Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.

taraf
district
taraf
(Ticaret) stakeholder
taraf
streak
taraf
outside

Sami was spotted by police outside a gas station. - Sami, polis tarafından bir benzin istasyonunun dışında fark edildi.

I was distracted by those protesters outside. - Benim dışarıda bu protestocular tarafından dikkatim dağıtıldı.

taraf
backside
taraf
favour
taraf
behalf

I'm calling you on behalf of Mr. Simon. - Bay Simon tarafından arıyorum sizi.

daimi tarafsızlık
(Hukuk) permanent neutrality
dinsel konularda tarafsızlık
indifferentism
duygusal tarafsızlık
emotional neutrality
olgusal tarafsızlık
(Hukuk) de facto, factual neutrality
silahlı tarafsızlık
armed neutrality
siyasi tarafsızlık yanlısı
neutralist
taraf
behalf: Dayım tarafından geliyorum, sizden bir ricası var. I've come on behalf of my uncle to ask a favor of you
taraf
side; part, portion; area, region; direction: Sandığın üst tarafı ceviz. The top part of the chest is walnut. Şehrin o tarafında oturuyor. She lives over in that part of town. Ne taraftansın? What part of the country are you from? Fatih taraflarında bir yerde oturuyor. He lives somewhere in the neighborhood of Fatih. Seni her tarafta aradım. I've been looking for you everywhere. Boğaz'ın Asya tarafında on the Asian side of the Bosphorus. Sağ tarafına bak! Look to your right! Rüzgâr ne taraftan esiyor? What direction's the wind blowing from? Nehir tarafına doğru gidiyordu. He was heading towards the river
taraf
side (one particular side, position, or group as opposed to another): işin kötü tarafı the unpleasant side of the matter. Bizim taraf maçı kazandı. Our side won the match. Onun baba tarafında delilik var. There's madness on his father's side of the family. O meseleye ne taraftan bakarsan bak halledilmesi imkânsız. No matter how you look at it, that problem remains insoluble. Herif bir taraftan parasızlıktan yakınıyor, öbür taraftan kalkıp karısına kürk manto alıyor! The fellow complains about his lack of money, and then he ups and buys his wife a fur coat! öte taraftan on the other hand
taraf
used with an adjective: Ucuz tarafından bir ayakkabı istiyorum. I want a cheap pair of shoes. Bunları ucuz tarafından aldın, değil mi? You bought these on the cheap, didn't you?
taraf
(denklem) member
taraf
used in formal language to indicate a person: Merhum zevcinizin evrakı tarafınıza gönderilmiştir. The papers of your late husband have been forwarded to you
taraf
party (to a contract, in a legal proceeding); litigant
taraf
contractor
taraf
side; aspect; direction; district; part
taraf
used in formal language to show the agent of a passive verb: Bu nişan büyük babama padişah tarafından ihsan edilmiş. This medal was bestowed on my grandfather by the sultan. Ancak belediye encümeni tarafından onaylanmış ruhsatlar geçerli sayılacaktır. Only those permits which have received the approval of the municipal council will be deemed valid
Türkçe - Türkçe
Tarafsız olma durumu, yansızlık, bitaraflık: "Üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma ... ant içerim."- Anayasa
Tarafsız olma durumu, yansızlık; bîtaraflık
TARAF
(Osmanlı Dönemi) Aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişiden veya iki topluluktan her biri
TARAF
(Osmanlı Dönemi) Yan, yön
TARAF
(Osmanlı Dönemi) Yer, memleket, ülke. Kıt'a
TARAF
(Osmanlı Dönemi) Taraftarlık, sahip çıkmak, korumak
Taraf
(Osmanlı Dönemi) HİZA
Taraf
(Osmanlı Dönemi) HAVZA
Taraf
(Osmanlı Dönemi) KIT'A
taraf
Ön, arka, sağ, sol, üst, alt vb. yanların her biri
taraf
Yön, yan, doğrultu: "Deniz tarafındaki çayırdan bir sürü koyun geçiyor."- M. Ş. Esendal
taraf
Bir şeyin belli bölümü, kısmı
taraf
İstekleri, düşünceleri karşıt olan iki kişiden veya iki topluluktan her biri
taraf
Yöre, yer: "Üsküdar tarafındaki evlerin camları kor gibi parlıyordu."- H. Taner. İstekleri, düşünceleri karşıt olan iki kişiden veya iki topluluktan her biri
taraf
Ön, arka, sağ, sol, üst, alt vb. yanların her biri: "Dört tarafı kesme billur kapaklı bir eski saat..."- R. H. Karay
taraf
Yöre, yer
taraf
Yön, yan, doğrultu
taraf
Bir kişinin soyundan gelenlerin hepsi
İngilizce - Türkçe
equity
detachment
disinterestedness
disinterest
tarafsızlık