I think we'll make it in time if we don't get stuck in a traffic jam.
- Trafik sıkışıklığına yakalanmazsak, sanırım onu zamanında yapacağız.
She promised her father to be in time for lunch.
- O, öğle yemeğinde zamanında olmak için babasına söz verdi.
Tom pays his debts promptly.
- Tom borçlarını zamanında öder.
Recently, they have not been giving her her paycheck on time.
- Son zamanlarda, ona maaş çekini zamanında vermiyorlar.
The plane took off on time.
- Uçak zamanında kalktı.
If it had not been for his timely hit, our team would have lost the game.
- Zamanında vuruş olmasaydı, bizim takım oyunu kaybetmiş olurdu.
I am sure your promotion was timely and well deserved.
- Terfinin zamanında ve haklı olduğundan eminim.
I once dated a girl just like Mary.
- Bir zamanlar tam Mary gibi bir kızla çıkıyordum.
When was the last time you went on a date?
- En son ne zaman biriyle çıktın?
Some read books just to pass time.
- Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.
Imagine that you had a time machine.
- Bir zaman makinen olduğunu hayal et.
It is even becoming accepted even in exam-English that that called simple future tense does not exist.
- Basit gelecek zaman denilen şey İngilizce sınavında kabul edilse bile, o mevcut değildir.
Tom says that he always feels tense when Mary is in the room.
- Mary odada iken, Tom her zaman gergin hissettiğini söylüyor.
Please drop in at my house when you have a moment.
- Lütfen zamanın olduğunda evime uğra.
Tom showed up at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
When I was a child, I spent many hours reading alone in my room.
- Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.
George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours.
- George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.
He always sings while having a shower.
- O her zaman duş alırken şarkı söyler.
I often study while listening to music.
- Müzik dinlediğim zaman sık sık çalışırım.
Every time I hear that song, I think of my high school days.
- O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.
I want to ask them when their wedding day is.
- Ben onlara düğün günlerinin ne zaman olduğunu sormak istiyorum.
When does the rainy season in Japan begin?
- Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?
I wonder when the rainy season will end.
- Yağışlı sezonun ne zaman biteceğini merak ediyorum.
We'll do it when we have time.
- Zamanımız olduğunda onu yapacağız.
When do you usually go to bed?
- Genellikle ne zaman yatarsın?
Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world.
- Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.
There was a time when kings and queens reigned over the world.
- Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.
He occasionally visited me.
- O, zaman zaman beni ziyaret etti.
Tom occasionally visited Mary at her parents' house.
- Tom zaman zaman Mary'yi anne babasının evinde ziyaret eder.
If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
- Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.
This part of the tune needs some real skill. It took me ages to learn how to play it on the piano.
- Bestenin bu bölümünün biraz gerçek beceriye ihtiyacı var.Bunun piyanoda nasıl çalınacağını öğrenmek uzun zamanımı aldı.
Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently.
- Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.
Ten years is a really long period of time.
- On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.
You can move about in all directions of Space, but you cannot move about in Time.
- Neredeyse Uzayın tüm yönlerinde hareket edebilirsin ancak zaman içinde hareket edemezsin.
If geometry is the science of space, what is the science of time?
- Geometri uzay bilimi ise, zaman bilimi nedir?
In Viking times Greenland was greener than today.
- Viking zamanında, Grönland bugünkünden daha yeşildi.
He's behind the times in his methods.
- O metotlarında zamanın gerisindedir.
Everytime I look at him, he smiles.
- Ona ne zaman baksam gülümser.
The event was forgotten in progress of time.
- Zamanın ilerlemesiyle olay unutuldu.
He will learn the facts in the course of time.
- O zaman içerisinde gerçekleri öğrenecek.
The taxi arrived in good time.
- Taksi tam zamanında geldi.
Bill wanted to get to the office in good time to clean his desk.
- Tom masasını temizlemek için tam zamanında ofise gitmek istedi.
We had a lot of snow about this time last year.
- Geçen yıl yaklaşık bu zaman çok fazla kar vardı.
Ten years is a long time.
- On yıl uzun bir zamandır.
Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum.
- Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.
Nasıl vakit buluyor bilmiyorum.
- Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.