Definition von zaman%C4%B1nda im Türkisch Englisch wörterbuch
- zaman
- date
When was the last time you went on a date?
- En son ne zaman biriyle çıktın?
Have a good time on your date.
- Randevunda iyi zaman geçir.
- zaman
- time
Imagine that you had a time machine.
- Bir zaman makinen olduğunu hayal et.
What time will you be back?
- Ne zaman geri döneceksin?
- her zaman
- always
Mother always gets up early in the morning.
- Anne her zaman sabahları erken kalkar.
Bill is always honest.
- Bill her zaman dürüsttür.
- ne zaman
- when
When will you return?
- Ne zaman geri döneceksin?
When do you usually go to bed?
- Genellikle ne zaman yatarsın?
- şimdiki zaman
- present
There is no heaven or hell. We can only live in the present.
- Cennet ya da cehennem yoktur. Biz sadece şimdiki zamanda yaşayabiliriz.
You must live in the present, not in the past.
- Geçmişte değil, şimdiki zamanda yaşamalısın.
- zaman
- tense
I am always tense before I get on an airplane.
- Uçağa binmeden önce her zaman gergin olurum.
Tom says that he always feels tense when Mary is in the room.
- Mary odada iken, Tom her zaman gergin hissettiğini söylüyor.
- zaman ayırabilmek
- afford
- zaman
- moment
From the moment he arrived there, he kept on bothering his doctor to tell him when he would be able to go home.
- Oraya vardığı andan itibaren, eve ne zaman gidebileceğini kendisine söylemesi için doktoru rahatsız etmeye devam etti.
Please drop in at my house when you have a moment.
- Lütfen zamanın olduğunda evime uğra.
- zaman
- hour
George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours.
- George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.
It took me more than two hours to translate a few pages of English.
- Birkaç sayfa İngilizce çevirmek iki saatten fazla zamanımı aldı.
- zaman
- time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
- zaman
- cycle
- zaman
- geol. era
- zaman
- day
I read a newspaper every day so that I may keep up with the time.
- Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.
I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times.
- Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.
- zaman
- bout
- zaman
- free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
- zaman
- whilst
- zaman
- while
I often study while listening to music.
- Müzik dinlediğim zaman sık sık çalışırım.
He kept on working all the while.
- O,her zaman çalışmaya devam etti.
- zaman
- when: geldiği zaman when he came
- zaman
- mus. time, meter, rhythm
- zaman
- the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
- zaman
- father time
- zaman ayırmak
- allow time
- zaman aşıldı
- time is over
- zaman aşımı
- negative prescription
- zaman aşımı
- (Hukuk) prescription
- zaman aşımı ile hak kazanmak
- prescribe
- zaman aşımı ile kazanılan hak
- prescription
- zaman aşımı ile kazanılan hak
- positive prescription
- zaman aşımı ile kazanılmış
- prescriptive
- zaman aşımı süresi
- (Hukuk) expiry date
- zaman aşımı süresinin uzaması
- (Hukuk) extension (of a time limit, of a deadline)
- zaman aşımına uğramak
- lapse
- zaman aşımına uğramak
- prescribe
- zaman geçirmek
- spend
- zaman içinde
- (deyim) in due course
- zaman kaybı
- leeway
- zaman kaybını telâfi etmek
- make up for lost time
- zaman zaman
- from time to time, occasionally, every now and then, every now and again, every so often
- zaman
- season
When does the rainy season in Japan begin?
- Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?
Tax season is a very busy time of year for accountants.
- Vergi sezonu muhasebeciler için yılın en meşgul zamanıdır.
- zaman
- sands
- zaman
- when
When can I swim here?
- Ne zaman burada yüzebilirim?
When will you return?
- Ne zaman geri döneceksin?
- zaman
- (Bilgisayar) timecard
- zaman
- (Tıp) chrono-
- zaman
- duration
- zaman
- times
In Viking times Greenland was greener than today.
- Viking zamanında, Grönland bugünkünden daha yeşildi.
There are times when I find you really interesting.
- Seni gerçekten ilginç bulduğum zamanlar var.
- zaman
- space
Between space and time.
- Uzay ve zaman arasında.
I'm sick and tired of you always parking in my space.
- Her zaman benim yerime park etmenden bıktım.
- zaman
- era
- zaman
- (Bilgisayar) time card
- zaman
- period
Ten years is a really long period of time.
- On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.
The students' lunch period is from twelve to one.
- Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.
- zaman
- (Dilbilim) temporal
- zaman
- epoch
- zaman
- reign
There was a time when kings and queens reigned over the world.
- Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.
Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world.
- Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.
- zaman
- age
Tom always makes it a rule never to ask a woman her age.
- Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.
If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
- İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.
- zaman
- occasion
He reads detective stories on occasion.
- O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.
He occasionally visited me.
- O, zaman zaman beni ziyaret etti.
- zaman
- (Bilgisayar) time-scale
- zaman almak
- take (time)
- zaman almak
- occupy
- zaman ayarı
- timer
- zaman aşımı
- (Bilgisayar) timeouts
- zaman aşımı
- lapse
- zaman aşımı
- (Askeri) status of limitations
- zaman aşımı
- time-out
- zaman bazı
- (Askeri) time base
- zaman doldu
- time is up
- zaman dışı
- time out
- zaman farkı
- time difference
- zaman geçirmek
- while away
- zaman geçirmek
- spend time
- zaman geçirmek
- kill time
- zaman geçme
- lapse
- zaman kodu
- (Bilgisayar) timecode
- zaman planı
- schedule
- zaman uyumu
- (Bilgisayar) synchronization
- zaman üstü
- timelessness
- zaman
- time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
- zaman
- age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
- Zaman geçtikçe
- as time pass by
- zaman
- (a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
- zaman akışı
- When the flow
- zaman ayırma
- time allocation
- zaman ayırmak
- Allocate time
- zaman ayırmak
- Allow time, allocate time
- zaman eki
- When the attachment
- zaman harcama
- waste time
- zaman kaybetme
- time loss
- zaman kaybetmeden
- Without wasting time, not wasting time
Drizzt, not wasting time, quickly arrived by his halfling friend's side!.
- zaman kaybetmek
- lose time
- zaman kazanma
- to save time
- zaman rölesi
- (Elektrik, Elektronik) Time relay
- zaman tüneli
- time tunnel
- zaman zaman
- call me time to time
ara beni zaman zaman.
- zaman zarfı
- temporal adverb
- zaman adamı
- trimmer
- zaman aşımına uğramak
- (Hukuk) statute-barred (to be), time-barred by statute (to be)
- zaman aşımına uğramış
- outdated
- zaman belirten
- temporal
- zaman bölmeli arayüz kontrolörü
- (Askeri) time division interface controller
- zaman bölmeli arayüz modülü
- (Askeri) time division interface module
- zaman bölmeli bellek modülü
- (Askeri) time division memory module
- zaman bölmeli matrik
- (Askeri) time division matrix
- zaman bölüşümü
- time sharing
- zaman bırakmak
- to set aside time for, leave time for (something)
- zaman dilimleme
- time slicing
- zaman etüdü
- time study
- zaman kavramı
- time sense
- zaman kaybını telâfi etmek
- make up leeway
- zaman kazandıran
- timesaving
- zaman kazanmak
- to gain time, to buy time
- zaman kazanmak
- gain time
To gain time we took the plane.
- Zaman kazanmak için uçağa bindik.
- zaman kollamak
- to be on the lookout for a suitable opportunity, bide one's time
- zaman kısıtlaması
- guillotine
- zaman sabitesi
- time constant
- zaman safhalı kuvvet ve konuşlanma verisi
- (Askeri) time-phased force and deployment data
- zaman safhalı ulaşım istekleri listesi
- (Askeri) time-phased transportation requirements list
- zaman sana uymazsa sen zamana uy
- (Atasözü) If the times don't conform to you, then you should conform to the times
- zaman sınırlaması
- time limit
- zaman sınırı baskısı
- deadline pressure
- zaman vermek
- to set aside time (for) (something)
- zaman zaman
- from time to time, occasionally
- zaman zaman
- from time to time
I meet him from time to time.
- Ben zaman zaman onunla karşılaşırım.
You should look after the children from time to time.
- Zaman zaman çocuklara bakmalısın.
- zaman zaman
- on and off
Tom and Mary have been dating on and off for a year.
- Tom ve Mary bir yıldır zaman zaman çıkıyorlardı.
It was raining on and off all night long.
- Bütün gece boyunca zaman zaman yağmur yağıyordu.
- zaman zaman
- betweenwhiles
- zaman zaman
- in places
- zaman zaman
- betweentimes
- zaman zaman
- ever and anon
- zaman zaman
- now and again
- zaman zaman
- now and then
Tom hears from Mary every now and then.
- Tom zaman zaman Mary'den haber alır.
I meet him at school now and then.
- Zaman zaman okulda onunla karşılaşırım.
- zaman çizelgesi
- schedule
- zaman öldürmek
- dally
- zaman öldürmek
- idle about
- zaman öldürmek
- dally away
- zaman öldürücü
- kill time
- zaman ölçeği
- chronograph
- geçmiş zaman yerine kullanılan geniş zaman
- historical present
- kesin zaman ve zaman aralığı
- (Askeri) precise time and time interval