yakınlaştırma

listen to the pronunciation of yakınlaştırma
Türkisch - Englisch
(Hukuk) approximation, proximity
approximation
(Bilgisayar) zoom in
(Bilgisayar) zoom

She used a zoom lens. - O bir yakınlaştırma lensi kullandı.

This is the zoom button. - Bu yakınlaştırma tuşu.

{i} familiarizing
zooming
yakın
close

Where is the closest train station? - En yakın tren istasyonu nerede?

Where's the closest drugstore? - En yakın eczane nerede?

yakın
(İnşaat) near

Where's the nearest train station? - En yakın tren istasyonu nerede?

I really look forward to your visit in the near future. - Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.

yakın
recent

I was recently in an automobile accident. - Yakın zamanda bir araba kazası geçirdim.

Tom and Mary started dating each other quite recently. - Tom ve Mary çok yakın zamanlarda birbirleriyle çıkmaya başladılar.

yakın
adjacent
yakın
intimate

Mary overheard Tom talking intimately to another woman on his mobile phone. - Mary, Tom'un cep telefonuyla başka bir kadınla yakından konuşmasına kulak misafiri oldu.

Tom was intimate with Mary. - Tom'un Mary'yle yakın ilişkisi vardı.

yakın
akin
yakın
pending
yakın
(Hukuk) imminent

We think Tom might be in imminent danger. - Tom'un yakın tehlikede olabileceğini düşünüyoruz.

yakın
immediate

The nuclear family is a young prejudice; in fact, families have only been built around the few immediate members in the last 50 or 60 years of relative wealth. - Çekirdek aile genç bir önyargıdır; aslında, aileler sadece göreli zenginliğin son 50 ya da 60 yılı içinde birkaç yakın üyenin etrafında inşa edilmiştir.

Are you in immediate danger? - Sen yakın tehlike içinde misin?

yakın
approximate

Åle, the world's oldest eel, just died. He was approximately 150 years old. - Dünyanın en yaşlı yılan balığı Åle yakın zamanda öldü. Yaklaşık olarak 150 yaşındaydı.

This is all very approximate. - Bunun hepsi çok yakın.

yakın
{i} relative

A stranger living nearby is better than a relative living far away. - Yakında yaşayan bir yabancı uzakta yaşayan bir akrabadan daha iyidir.

Tom is a close relative of mine. - Tom benim yakın bir akrabam.

Yakınlaştırmak
zoom
yakın
connected
yakın
connate
yakın
(Biyokimya) proximal
yakın
close to

The dog is close to death. - Köpek ölüme yakındır.

In retrospect, it may seem obvious that we shouldn't have been burning our trash so close to our house. - Geçmişe bakıldığında, çöplerimizi evlerimize çok yakın yakmamamız gerektiği apaçık ortadadır.

yakın
familiar

Layla grew up in Arabia and was very familiar with camels. - Leyla, Arabistan'da büyüdü ve develerle çok yakındı.

I wouldn't permit such familiarity. - Ben böyle yakınlığa izin vermezdim.

yakın
para

His paralysis is progressing, and soon he won't be able to get out of bed. - Onun felci ilerliyor ve yakında yataktan çıkamayacak.

yakın
within hail
yakın
next door
yakın
close-rage
yakın
(Biyokimya) epimer
yakın
akin to
yakın
nearby place
yakın
(deyim) hail-fellow-well-met
yakın
neighbourhood
yakın
friend

Dogs are man's closest friends. - Köpekler insanın en yakın arkadaşlarıdır.

My boyfriend is smart, handsome, and friendly too. - Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.

yakın
relation

What is your relationship to him? I'm his father. - Onunla yakınlığın nedir? Babasıyım.

Tom's a loner who shuns close relationships. - Tom yakın ilişkilerden çekinen yalnız yaşayan biridir.

yakın
analogous with
yakın
analogous
yakın
at one's elbow
yakın
near-by
yakın
neighboring
yakın
in sight
yakın
in approach
yakın
near future

In the near future, we will be able to put an end to AIDS. - Yakın gelecekte, AIDS'e son verebileceğiz.

I really look forward to your visit in the near future. - Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.

yakın
closer

Tom picked up the stamp and took a closer look. - Tom pulu aldı ve daha yakından baktı.

Tom took a closer look at it. - Tom, ona daha yakından baktı.

yakın
bemoan

When I had to learn English in school, at times I would bemoan all the irregularities and strange rules. - Okulda İngilizce öğrenmek zorunda kaldığımda zaman zaman tüm düzensizlik ve garip kurallardan yakınırdım.

yakın
proximate en
yakın
recent time
yakınlaştırmak
zoom in
yakın
close range

Layla shot Sami at close range. - Leyla yakın mesafeden Sami'ye ateş etti.

Sami was shot at close range. - Sami yakın mesafeden vuruldu.

yakın
handy
yakın
at hand

Christmas is near at hand, isn't it? - Noel yakın, değil mi?

Our entrance examination was near at hand. - Giriş sınavımız çok yakındı.

yakın
vicinal
yakın
beef about
yakın
at close quarters
yakın
complain about

We complain about our neighbors. - Biz komşularımız hakkında yakınıyoruz.

He has nothing to complain about. - Yakınmak için hiçbir nedeni yok.

yakın
pally
yakın
parallel
yakın
convenient

My house is located in a convenient place - near the train station. - Evim tren istasyonu yakınında, uygun bir yerde bulunur.

It's convenient to live so close to the train station. - Tren istasyonuna çok yakın yaşamak uygundur.

yakın
complain of
yakın
point-blank
yakın
complain

She always complains of her teacher. - O her zaman öğretmeninden yakınır.

Don't complain about that. You've asked for it. - Yakınma. Kendin kaşındın.

yakın
pleasant
yakın
not far
yakın
to close
yakın
nigh

There was a fire near the train station last night. - Dün gece tren istasyonu yakınında bir yangın vardı.

The zombie apocalypse is nigh! - Zombi kıyameti yakın!

yakın
close of
yakın
close in

We haven't been close in years. - Yıllardır yakın olmamıştık.

yakınlaştırmak
zooming
sunucu yakınlaştırma
(Bilgisayar) server zoom
yakın
hard

Tom has hardly any close friends. - Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok.

Hardly anyone has seen this animal up close. - Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi.

yakın
inseparable

They soon became inseparable. - Onlar yakında ayrılmaz oldular.

yakın
(arkadaş) thick
yakın
proximate
yakın
near, close, neearby; akin (to), analogous (to/with); intimate; impending, imminent; nearby place, neighbourhood; friend, relation; recent time, near future
yakın
nearby place: Yakınımızda oturuyor. She lives near us
yakın
near (to), nearby, close (to), close-by
yakın
within walking distance
yakın
close, (friend) who is close to (someone)
yakın
connection

The individual stars in a constellation may appear to be very close to each other, but in fact they can be separated by huge distances in space and have no real connection to each other at all. - Bir takım yıldızındaki bireysel yıldızlar birbirlerine çok yakın görünebilir fakat aslında onlar uzayda büyük mesafelerle ayrılabilir ve birbirleriyle hiç gerçek bağlantısı yoktur.

Sami had very close connections to the crimes. - Sami'nin suçlarla çok yakın bağlantıları vardı.

yakın
relative, relation; close friend
yakın
contiguous
yakın
by
yakın
very similar (to)
yakın
near at hand

Our entrance examination was near at hand. - Giriş sınavımız çok yakındı.

Christmas is near at hand, isn't it? - Noel yakın, değil mi?

yakın
hard by
yakın
connexion
yakın
within reach
yakın
toward

Tom has been very friendly toward me. - Tom bana karşı çok cana yakın.

The spiral galaxy closest to our Milky Way galaxy is Andromeda. Andromeda is over 2 million light-years away. Its central bulge and spiral arms are tilted toward us at a 15 degree angle. - Samanyolu galaksimize en yakın sarmal gökada Andromeda'dır. Andromeda 2 milyondan fazla ışık yılı uzaklıktadır. Onun orta çıkıntısı ve spiral kolları 15 derecelik açıyla bize doğru eğiktir.

yakın
bosom

Tom and Mary have been bosom friends for years. - Tom ve Mary yıllardır yakın arkadaş olmuşlardır.

yakın
kindred
yakın
along

I'm sure he'll be along soon. - Onun yakında geleceğinden eminim.

The old woman went, and soon returned along with the Princess. - Yaşlı kadın gitti ve yakında Prenses ile birlikte geri döndü.

yakın
towards
yakınlaştırmak
to cause (people) to become close/closer friends
yakınlaştırmak
to cause (things) to become close/closer to each other
Türkisch - Türkisch
Yakınlaştırmak işi
yakın
Aralarında sıkı ilişki olan arkadaş, dost veya akraba: "Türkçe konuştuğu için bana kendi yakınlarımızdan biri hissini veren yaşlı garson yanımıza geldi."- Y. K. Karaosmanoğlu
Yakın
(Hukuk) KARİB
Yakın
(Osmanlı Dönemi) NEYYİF
Yakın
(Osmanlı Dönemi) EHAMM
yakın
Uzak olmayarak: "Gazinoya girip çıkmakta veya kendine yakın bir başka masada oturmakta."- Y. K. Karaosmanoğlu
yakın
Benzeyen, andıran, yaklaşan: "Beş dönüme yakın bahçesi bir ormanı andırırdı."- Ö. Seyfettin
yakın
Küçük, önemsiz değişikliklerle birbirinden ayrılan
yakın
Uzak olmayarak
yakın
Benzeyen, andıran, yaklaşan
yakın
Erişmesi, olması zaman bakımından yaklaşmış olan
yakın
Az bir ara ile ayrılmış olan (zaman veya yer) , uzak karşıtı
yakın
Aralarında sıkı ilgi bulunan
yakın
Uzak olmayan yer
yakın
Az bir ara ile ayrılmış olan, uzak karşıtı
yakın
Aralarında sıkı ilişki olan arkadaş, dost veya akraba
yakın
Erişmesi, olması zaman bakımından yaklaşmış olan: "Elli yaşında adam, ellisine yakın kadın..."- S. F. Abasıyanık
yakınlaştırmak
Aralarında sıkı ilgi veya duygusal bağ oluşmak
yakınlaştırmak
Yakın bir duruma getirmek, yaklaştırmak
yakınlaştırmak
Aralarında sıkı ilgi veya duygusal bağ oluşmak: "Kadının hastalığı esnasındaki hizmetlerim bizi birbirimize yakınlaştırmıştı."- R. N. Güntekin
yakınlaştırma
Favoriten