Biz burada adil olmak zorundayız.
- We have to be fair here.
Tom'a adaletli şekilde davranıldı.
- Tom has been treated fairly.
Ben dürüstçe kazandım.
- I won fair and square.
O, bana karşı dürüstçe davrandı.
- He acted fairly toward me.
Newton fuarda bir kitap aldıktan sonra matematiğe ilgi duymaya başladı. Onun içerdiği matematiksel kavramlara değil.
- Newton became interested in mathematics after buying a book at a fair and not understanding the math concepts it contained.
Geleneksel ekmek fuarı düzenlediler.
- They organized a traditional bread fair.
Benim tartışmayı destekleyecek adil bir miktar bilimsel veriyi sıralayacağım
- I will marshal a fair amount of scientific data to support my argument.
Onlar da başkalarına adil olmalıdır.
- They should also be fair to others.
Yağmurdan sonra açık hava gelir.
- After rain comes fair weather.
Bu oldukça açık olmalı.
- It should be fairly obvious.
Öğretmen, sınavlarımızda not verirken çok adildi.
- The teacher was very fair when she marked our exams.
Ben Çince'yi oldukça iyi okuyabilirim ama çok iyi yazamam.
- I can read Chinese fairly well, but I can't write it very well.
Tom sana adilane davranıyor, değil mi?
- Tom has been treating you fairly, hasn't he?
Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.
- Tom is telling the truth, I'm fairly certain.
Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.
- As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever.
Seni dürüstçe uyardım.
- I gave you fair warning.
O, bana karşı dürüstçe davrandı.
- He acted fairly toward me.
Bunu için makul bir fiyat ödedik.
- We paid a fair price for it.
O oldukça makul bir fiyat.
- That's a fairly reasonable price.
O, İngilizceyi oldukça iyi konuşur.
- He speaks English fairly well.
Tom Fransızcayı oldukça iyi konuşur değil mi?
- Tom speaks French fairly well, doesn't he?
Büyükannem bana hoş peri masalları anlatırdı.
- My grandmother used to tell me pleasant fairy tales.
Tom'un ondan hoşlanmayacağından oldukça eminim.
- I'm fairly certain that Tom won't like that.
Çekicilikle insanları değerlendirme düşüncesi benim için adil görünmüyor.
- The thought of rating people by attractiveness does not seem fair to me.
O bütün ülkenin en güzeliydi.
- She was the fairest in the whole land.
Yağmurdan sonra, güzel hava.
- After the rain, fair weather.
Dün gece ipek ve ince kumaş hakkında ya da eşitlik ve adil yargılama hakkında bir rüya gördüm.
- I dreamt a dream last night, about silk and fine cloth or about equality and fair trial.
Gökyüzü güzel hava vaadediyor.
- The sky promises fair weather.
Yarın Tokyo'da hava güzel olacak mı?
- Will it be fair in Tokyo tomorrow?
Erkek kardeşi esmer olduğunda onun nasıl bu kadar sarışın olduğunu anlayamıyorum.
- I can't understand how she can be so fair when her brother is swarthy.
Bunun hakkında haklı olduğumdan oldukça eminim.
- I'm fairly sure I'm right about this.
Yargılama tamamen adil değil.
- The judgment isn't entirely fair.
O benim için tamamen adil görünüyor.
- That seems completely fair to me.
She had fair hair and blue eyes.
He must be given a fair trial.
Monday's child is fair of face.
If single, probably his plighted Fair / Has in his absence wedded some rich miser .
one's fair name.
When will we learn to distinguish between the fair and the foul?.
... it? I mean, this is a contract, not fair use. This is what our contract says. And the European ...
... fair share. ...