Try to see things as they really are.
- Olayları gerçekten oldukları gibi görmeye çalış.
If Tom would learn to be a little more positive about things, people would probably like him a bit more.
- Tom olaylar hakkında biraz daha olumlu olmayı öğrense, büyük olasılıkla insanlar ondan biraz daha hoşlanır.
Such incidents are quite common.
- Bu gibi olaylar oldukça yaygındır.
We had no unexpected incidents during our trip.
- Gezimiz sırasında beklenmedik olaylarımız olmadı.
Tom loves sports events.
- Tom spor olaylarını sever.
She sat in the chair all day, thinking of past events.
- Bütün gün sandalyede oturdu, geçmiş olayları düşündü.
A rainbow is one of the most beautiful phenomena of nature.
- Bir gökkuşağı doğanın en güzel olaylarından biridir.
Tom believes in paranormal phenomena.
- Tom normal ötesi olaylara inanıyor.
Her debut was the biggest social event of the season.
- Onun sahneye ilk çıkışı mevsimin en büyük sosyal olayı idi.
The event affected his future.
- Olay onun geleceğini etkiledi.
The 1990's saw various incidents.
- 1990'lar çeşitli olayları gördü.
The Japanese Dentists Association affair is an incident concerning secret donations from the Japanese Dentists Association to Diet members belonging to the LDP.
- Japon Diş Hekimleri Birliği sorunu Japon Diş Hekimleri Birliğinden LDP ye ait olan Diyet üyelerine yapılan gizli bağışlarla ilgili bir olaydır.
He had nothing to do with the case.
- Onun olayla bir ilgisi yoktu.
She is wrong in nine cases out of ten.
- O, on olayın dokuzunda hatalıdır.
Tom believes in paranormal phenomena.
- Tom normal ötesi olaylara inanıyor.
Many Eastern religions teach that there is a unity behind the diversity of phenomena.
- Birçok Doğu dinleri olayların çeşitliliği arkasında bir birlik olduğunu öğretir.
It was an embarrassing episode.
- Utanç verici bir olaydı.
Given the circumstances, it was inevitable that such an incident should take place.
- Şartlar göz önüne alındığında, böyle bir olayın gerçekleşmesi kaçınılmazdı.
The fact proves his honesty.
- Olay onun dürüstlüğünü kanıtlıyor.
Wait until all the facts in the case are known.
- Olay hakkındaki tüm gerçekler bilinene kadar bekleyin.
Tom doesn't need to worry about that happening.
- Tom'un o olay hakkında endişelenmesine gerek yok.
I couldn't have predicted this happening.
- Ben bu olayı tahmin edemezdim.
Tom had a similar experience.
- Tom benzer bir olay yaşadı.
This experience has changed me.
- Bu olay beni değiştirdi.
The teacher tried to interest the students in current events.
- Öğretmen güncel olaylara öğrencilerin dikkatini çekmeye çalıştı.
Try to see things as they really are.
- Olayları gerçekten oldukları gibi görmeye çalış.
Tom often has trouble remembering things.
- Tom'un çoğunlukla olayları hatırlama sorunu var.
The scene of the car accident was a horrifying sight.
- Araba kazası olay yeri korkunç bir manzaraydı.
The police took some pictures of the scene of the accident.
- Polisler olay yerinin birkaç fotografını çekti.
What's the big occasion today?
- Bugünkü büyük olay nedir?
Needless to say, theft was a rare occurrence.
- Söylemeye gerek yok, hırsızlık nadir bir olaydı.
That is the common occurrence in Japan.
- O, Japonya'da yaygın olaydır.
In Sweden it is more common for a child to have three first names than one, but here, at home, this is a more unusual phenomenon.
- İsveç'te bir yerine üç isme sahip olmak bir çocuk için daha yaygındır, fakat burada, evde, daha sıra dışı bir doğal olaydır.
Acid rain is not a natural phenomenon.
- Asit yağmuru bir doğa olayı değildir.
She described the scene in detail.
- Olay yerini detaylı olarak tanımladı.
A crowd gathered at the scene.
- Bir kalabalık olay yerinde toplandı.
It was a terrible affair.
- O, korkunç bir olaydı.
He denied having been involved in the affair.
- O, olaya karıştığını inkar etti.