I saw the mark of sadness that had remained on her face.
- Onun yüzünde kalan üzüntü işaretini gördüm.
Tom was unable to conceal his sadness.
- Tom üzüntüsünü gizleyemedi.
Neither joy nor sorrow can last forever.
- Ne mutluluk ne de üzüntü sonsuza kadar sürebilir.
The news filled her with sorrow.
- Haber onu üzüntü ile doldurdu.
He expressed regret over the affair.
- Olaydan duyduğu üzüntüyü ifade etti.
She regretted deeply when she looked back on her life.
- Hayatında geriye baktığında, o derin üzüntü duymuştur.
His talk distracted her from grief.
- Onun konuşması onu üzüntüsünden uzaklaştırdı.
She went nearly mad with grief after the child died.
- Çocuğu öldükten sonra, o üzüntüden neredeyse çıldırdı.
Cares and worries were pervasive in her mind.
- Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındılar.
Cares and worries were pervasive in her mind.
- Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındı.
She helped him overcome his sadness.
- Üzüntüsünü yenmesi için ona yardım etti.
He hid his sadness behind a smile.
- Tebessümün arkasında üzüntüsünü sakladı.