Her nasılsa mesaj bozulmuş, bu yüzden okumadan önce düzelttik.
- For some reason the message text was corrupted, so I restored it before reading.
Genel ahlak bu kasabada bozulmuş.
- Public morals have been corrupted in this town.
Seçmenler bozuk olmamalıdır.
- Voters must not be corrupted.
Her nasılsa mesaj bozulmuş, bu yüzden okumadan önce düzelttik.
- For some reason the message text was corrupted, so I restored it before reading.
Seçmenler bozuk olmamalıdır.
- Voters must not be corrupted.
Tom'un namussuz olduğunu düşünüyorum.
- I think Tom is dishonest.
Dünyada neden bu kadar çok namussuz insan var?
- Why are there so many dishonest people in the world?
Bu politikacılar rüşvetçi.
- These politicians are corrupt.
Dan, Matt'in rüşvetçi bir polis olduğunu keşfetti.
- Dan discovered that Matt was a corrupt cop.
İnsanın kalbi yozlaşmış.
- The heart of man is corrupt.
Bu hükümet yozlaşmış.
- This government is corrupt.
Seçmenler bozuk olmamalıdır.
- Voters must not be corrupted.
Ülkemdeki politikacılar çok bozuk.
- The politicians in my country are very corrupt.
Biz kötü ve yolsuz liderlerimizden nefret ediyoruz!
- We hate our wicked and corrupt leaders!
En iyi yolsuzluk, en kötüdür.
- The corruption of the best is the worst.
Siyasetçilerimizin ahlakı bozuldu.
- The morals of our politicians have been corrupted.
Seçmenler bozuk olmamalıdır.
- Voters must not be corrupted.
Tom Mary'nin sahtekar olduğunu söyledi.
- Tom said Mary was dishonest.
Onlar onu sahtekar olmakla suçladı.
- They accused him of being dishonest.
Genel ahlak bu kasabada bozulmuş.
- Public morals have been corrupted in this town.
O, ayartıcı ahlakla ve tehlikeli fikirleri yaymakla suçlandı.
- He was accused of corrupting morals and spreading dangerous ideas.
Sizin siyasi partiniz tamamen bozulmuş.
- Your political party is completely corrupt.
Her nasılsa mesaj bozulmuş, bu yüzden okumadan önce düzelttik.
- For some reason the message text was corrupted, so I restored it before reading.
Sami, Leyla ile dürüst olmayan bir ilişkiye sahipti.
- Sami had a dishonest relationship with Layla.
Bu, dürüst olmayan bir satıcı.
- He's a dishonest salesperson.
Tom'un yaptığı şey hileliydi.
- What Tom did was dishonest.