birlikçiler

listen to the pronunciation of birlikçiler
Türkçe - İngilizce
(Hukuk) unionists
plural of unionist
birlik
association

Everyone has the right to own property alone as well as in association with others. - Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olma hakkına sahiptir.

birlik
unity

Marriage is a unity made from love. - Evlilik sevgiden yapılmış bir birliktir.

Unity is better than disunity. - Birlik, ayrılıktan daha iyidir.

birlik
union

The Union army shelled the city. - Birlik ordusu şehri bombaladı.

Many Union soldiers were killed or wounded. - Birçok Birliki askeri öldürüldü veya yaralandı.

birlik
force

Special forces might do a lot of things that regular troops wouldn't do Like torture? I won't answer this question - Özel kuvvetler düzenli birliklerin yapmayacağı birçok şeyi yapabilir İşkence gibi mi? Bu soruya cevap vermeyeceğim.

The force held out bravely against their enemy's attacks. - Birlik, düşmanın saldırılarına karşı cesurca direndi.

birlik
communion
birlik
brotherhood
birlik
{i} company

We need a new leader to pull our company together. - Şirketimizi birlikte çevirmemiz için yeni bir lidere ihtiyacımız var.

With his mother out of the way, Duke was able to proceed with his plan to embezzle the money from the company. - Yoldan uzakta bulunan annesi ile birlikte, Duke şirketinden zimmetine para geçirme planına devam edebildi.

birlik
{i} pool

Tom is swimming with his kids in the pool. - Tom, çocuklarıyla birlikte havuzda yüzüyor.

birlik
concurrence
birlik
{i} legion
birlik
{i} troop

The general inspected the troops. - General birlikleri denetledi.

Make no mistake: we do not want to keep our troops in Afghanistan. We seek no military bases there. - Yanlış yapmak yok: Biz birliklerimizi Afganistan'da tutmak istemiyoruz. Biz orada askeri üs aramıyoruz.

birlik
unit

The United Nations sent troops to intervene in the conflict. - Birleşmiş Milletler, anlaşmazlığa müdahale etmek için birlik gönderdi.

Many Eastern religions teach that there is a unity behind the diversity of phenomena. - Birçok Doğu dinleri olayların çeşitliliği arkasında bir birlik olduğunu öğretir.

birlik
{i} body

Fadil discovered the car with Layla's dead body inside. - Fadıl arabayı içinde Leyla'nın cesediyle birlikte buldu.

Dan's body was found in a well with fifty stab wounds. - Dan'in cesedi elli tane bıçak yarasıyla birlikte bir kuyu içinde bulundu.

birlik
(Biyoloji) synapsis
birlik
concord
birlik
fellowship
birlik
(Muzik) a whole
birlik
block
birlik
(Jeoloji) assembly
birlik
(Astronomi) reseau
birlik
conjunction
birlik
concert
birlik
collective
birlik
unicity
birlik
sameness
birlik
collectiveness
birlik
(Latin) collegium
birlik
ensemble
birlik
{i} league
birlik
contingent
birlik
party

He suggested I go with him to the party. - Onunla birlikte partiye gitmemi önerdi.

I saw Tom and Mary at a party together. - Tom ve Mary'yi bir partide birlikte gördüm.

birlik
bloc
birlik
confederacy
birlik
fraternity
birlik
alliance
birlik
concomitance
birlik
consortium
birlik
college

Tom and I used to hang out together when we were in college. - Kolejdeyken Tom ve ben birlikte takılırdık.

We went to college together. - Birlikte üniversiteye gittik.

birlik
federation
birlik
confederation
birlik
unison
birlik
{i} syndicate
birlik
allience
birlikçi
confederative
birlik
{i} collaboration
birlik
unity, oneness; accord
birlik
assocation
birlik
unity; sameness, equality, similarity; union, association, corporation, confederation, alliance; combine; brotherhood, fraternity; unit, force
birlik
sameness; identity; equality; similarity
birlik
coalescence
birlik
establishment
birlik
(Hukuk) association, union, aggregate
birlik
combine
birlik
gild
birlik
one lira piece
birlik
combination
birlik
union; association; corporation; (Askeriye) unit
birlik
conference
birlik
corps

I served in the intelligence corps. - Ben istihbarat birliklerinde görev yaptım.

birlik
{i} posse
birlik
singlenuss
birlik
{i} oneness
birlik
verein
birlik
{i} Solidarity
birlik
{i} outfit
birlik
brother

I went to school with your brother. - Erkek kardeşinle birlikte okula gittim.

Two brothers went to travel together. - İki erkek kardeş birlikte seyahat için gitti.

birlik
{i} unanimity
birlik
{i} guild
birlik
formation
birlik
bund
birlikçi
unionist