tarafsız

listen to the pronunciation of tarafsız
Türkçe - İngilizce
(Hukuk) impartial

Even impartiality is partial. - Tarafsızlık bile taraflıdır.

Please be fair and impartial. - Lütfen adil ve tarafsız olun.

unbiased

He puts on a show of being impartial and unbiased, but I think he's just a guy with no opinion of his own. - O, tarafsız ve ön yargısız olmanın şovunu yapar fakat sanırım o sadece kendi fikri olmayan bir adam.

Tom certainly seems to be unbiased. - Tom kesinlikle tarafsız gibi görünüyor.

neutral

Switzerland is a neutral country. - İsviçre tarafsız bir ülkedir.

Taylor tried to be neutral. - Taylor tarafsız olmaya çalıştı.

objective

Tom is objective, isn't he? - Tom tarafsız, değil mi?

Try to stay objective. - Tarafsız kalmaya çalış.

uncommitted
neutral (not belonging to either side)
disinterested
unbiassed
free from bias
impartial, unbiased
dispassionate
fair-minded
judicial
uncolored
clinical
detached
impartial, objective, dispassionate, detached, disinterested
noncommittal
even handed
equitable
colorless
candid
crossbench
non party
non partisan
evenhanded
unprejudiced
even-handed
non-partisan
unpredictable
fair minded
{s} colourless
non committal
{s} unwarped
fairminded
{s} uncoloured
taraf
{i} party

The police regarded him as a party to the crime. - Polis onu suçun bir taraftarı olarak görüyordu.

The policy of the government was criticized by the opposition party. - Hükümetin politikası muhalefet partisi tarafından eleştirildi.

taraf
side

The apples on the other side of the wall are the sweetest. - Duvarın diğer tarafındaki elmalar en tatlıdır.

In America cars drive on the right side of the road. - Amerika'da arabalar yolun sağ tarafını kullanırlar.

taraf
way

Tom had a propensity for looking the other way when spoken to. - Tom'un, kendisiyle konuşulduğunda başka bir tarafa bakma huyu vardı.

Be sure to drop in on us if you come our way. - Bizim tarafa yolun düşerse, bize uğramayı unutma.

taraf
part

Both parties opposed war. - Her iki taraf savaşa karşı çıktı.

The police regarded him as a party to the crime. - Polis onu suçun bir taraftarı olarak görüyordu.

tarafsız ülke
natural
tarafsız bölge
Neutral Zone
tarafsız bölge
demilitarized zone
tarafsız devletler
(Hukuk) the neutrals, neutral states
tarafsız kimse
Don't Know
tarafsız kimse
neutral
tarafsız kılmak
neutralize
tarafsız olmak
hold the scales even
tarafsız ülke
neutral
taraf
{i} facet
taraf
{i} end

I'm getting endlessly annoyed by this foolishness. - Bu aptallık tarafından sonsuz bir şekilde rahatsız oluyorum.

The two sides must reach an agreement in principle by the end of June. - Haziran ayı sonuna kadar tarafların ilke anlaşmasına varmaları gereklidir.

taraf
{i} hand

Tom can't swim at all. On the other hand, he is a good baseball player. - Tom hiç yüzemez. Diğer taraftan, o iyi bir beyzbol oyuncusudur.

On the one hand we suffered a heavy loss, but on the other hand we learned a great deal from the experience. - Bir taraftan ağır kayıplar verdik fakat diğer taraftan deneyimden birçok şey öğrendik.

taraf
district
taraf
(Ticaret) stakeholder
taraf
streak
taraf
outside

The wall is white on the outside and green on the inside. - Duvar dış tarafta beyaz ve içeride yeşil.

The outside of the castle was painted white. - Kalenin dış tarafı beyaza boyandı.

taraf
backside
taraf
favour
taraf
behalf

I'm calling you on behalf of Mr. Simon. - Bay Simon tarafından arıyorum sizi.

nötr, yansız, tarafsız
neutral, unbiased, objective
dost, düşman, tarafsız tanıma sistemi
(Askeri) identification, friend, foe, or neutral
politik açıdan tarafsız
fencesitter
savaşta tarafsız ülke toprağını zaptetme hakkı
angary
sürekli tarafsız devlet
(Hukuk) permanently neutral state
taraf
behalf: Dayım tarafından geliyorum, sizden bir ricası var. I've come on behalf of my uncle to ask a favor of you
taraf
side; part, portion; area, region; direction: Sandığın üst tarafı ceviz. The top part of the chest is walnut. Şehrin o tarafında oturuyor. She lives over in that part of town. Ne taraftansın? What part of the country are you from? Fatih taraflarında bir yerde oturuyor. He lives somewhere in the neighborhood of Fatih. Seni her tarafta aradım. I've been looking for you everywhere. Boğaz'ın Asya tarafında on the Asian side of the Bosphorus. Sağ tarafına bak! Look to your right! Rüzgâr ne taraftan esiyor? What direction's the wind blowing from? Nehir tarafına doğru gidiyordu. He was heading towards the river
taraf
side (one particular side, position, or group as opposed to another): işin kötü tarafı the unpleasant side of the matter. Bizim taraf maçı kazandı. Our side won the match. Onun baba tarafında delilik var. There's madness on his father's side of the family. O meseleye ne taraftan bakarsan bak halledilmesi imkânsız. No matter how you look at it, that problem remains insoluble. Herif bir taraftan parasızlıktan yakınıyor, öbür taraftan kalkıp karısına kürk manto alıyor! The fellow complains about his lack of money, and then he ups and buys his wife a fur coat! öte taraftan on the other hand
taraf
used with an adjective: Ucuz tarafından bir ayakkabı istiyorum. I want a cheap pair of shoes. Bunları ucuz tarafından aldın, değil mi? You bought these on the cheap, didn't you?
taraf
(denklem) member
taraf
used in formal language to indicate a person: Merhum zevcinizin evrakı tarafınıza gönderilmiştir. The papers of your late husband have been forwarded to you
taraf
party (to a contract, in a legal proceeding); litigant
taraf
contractor
taraf
side; aspect; direction; district; part
taraf
used in formal language to show the agent of a passive verb: Bu nişan büyük babama padişah tarafından ihsan edilmiş. This medal was bestowed on my grandfather by the sultan. Ancak belediye encümeni tarafından onaylanmış ruhsatlar geçerli sayılacaktır. Only those permits which have received the approval of the municipal council will be deemed valid
Türkçe - Türkçe
Hiçbir düşünceyi, inancı paylaşmayan, tutmayan, yansız: "Silahsızdık, vasıtasızdık, tarafsızdık, fakat sırf ümitli idik."- R. E. Ünaydın
Hiçbir düşünceyi, inancı paylaşmayan, tutmayan, yansız
(Osmanlı Dönemi) bîtaraf
tarafsız bölge
Savaşta iki taraf yetkilileri veya kumandanlarınca karar verilen, askerden arınmış bölge
TARAF
(Osmanlı Dönemi) Aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişiden veya iki topluluktan her biri
TARAF
(Osmanlı Dönemi) Yan, yön
TARAF
(Osmanlı Dönemi) Yer, memleket, ülke. Kıt'a
TARAF
(Osmanlı Dönemi) Taraftarlık, sahip çıkmak, korumak
Taraf
(Osmanlı Dönemi) HİZA
Taraf
(Osmanlı Dönemi) HAVZA
Taraf
(Osmanlı Dönemi) KIT'A
taraf
Ön, arka, sağ, sol, üst, alt vb. yanların her biri
taraf
Yön, yan, doğrultu: "Deniz tarafındaki çayırdan bir sürü koyun geçiyor."- M. Ş. Esendal
taraf
Bir şeyin belli bölümü, kısmı
taraf
İstekleri, düşünceleri karşıt olan iki kişiden veya iki topluluktan her biri
taraf
Yöre, yer: "Üsküdar tarafındaki evlerin camları kor gibi parlıyordu."- H. Taner. İstekleri, düşünceleri karşıt olan iki kişiden veya iki topluluktan her biri
taraf
Ön, arka, sağ, sol, üst, alt vb. yanların her biri: "Dört tarafı kesme billur kapaklı bir eski saat..."- R. H. Karay
taraf
Yöre, yer
taraf
Yön, yan, doğrultu
taraf
Bir kişinin soyundan gelenlerin hepsi
tarafsız