Bir fırtına geminin Kobe'den ayrılmasını engelledi.
- A storm kept the ship from leaving Kobe.
Tom erken ayrılması için gayet iyi bir nedeni vardı.
- Tom had a perfectly good reason for leaving early.
Evlerinden ayrılırlarken zaman kaybetmediler.
- They lost no time in leaving their home.
Ne zaman ayrılıyorsunuz?
- When are you leaving?
Tom cinayet silahında parmak izlerini bırakmaktan kaçınmak için eldivenler giydi.
- Tom wore gloves to avoid leaving his fingerprints on the murder weapon.
Tom Mary'yi yalnız bırakma fikrinden nefret etti fakat işe gitmek zorundaydı.
- Tom hated the idea of leaving Mary alone, but he had to go to work.
Tom'un şu ana kadar karısını terketmeyi düşündüğünden şüpheliyim.
- I doubt that Tom would ever consider leaving his wife.
Yağmur çiselemeye başladığında, evi terketmek üzereydim.
- I was on the point of leaving home when a light rain started to fall.
Hoşuna gitsin ya da gitmesin, her durumda erken ayrılmak zorundasın.
- In any case, you have to leave early, whether you like it or not.
Tom binadan ayrılmak zorunda kalacak.
- Tom will have to leave the building.
Konuyu ona bırakmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
Anahtarı arabada bırakmak senin dikkatsizliğindi.
- It was careless of you to leave the key in the car.
Tom izin için başvurdu.
- Tom applied for a leave of absence.
Tom Mary'nin erken ayrılması için izin verdi.
- Tom allowed Mary to leave early.
Jane evi terk etmek üzereydi.
- Jane was about to leave the house.
Tom asla Boston'u terk etmek istemiyor.
- Tom doesn't want to ever leave Boston.
Gitmek isteyen birini kalmaya zorlayamazsın. Eğer kalmak istersem, beni gitmeye zorlayabilirler mi?
- You cannot force someone to stay if they want to leave. If I want to stay, can they force me to leave?
Geride kalmak yerine terk etmeyi seçtim.
- I chose to leave instead of staying behind.
Birçok Perulunun koka yapraklarını çiğneme adeti vardır.
- Many Peruvians have the habit of chewing coca leaves.
Ağaçların yaprakları sonbaharda sarıya döner.
- The leaves of the trees turn yellow in fall.
O, Londra'ya hareket etmek üzeredir.
- He is about to leave for London.
Tren hareket etmek üzere.
- The train is about to leave.
O yakında hastaneden ayrılacak.
- She will leave the hospital soon.
O beni aradığında evden ayrılmak üzereydim.
- I was about to leave my house when she rang me up.
Yola çıkmak için ne zaman hazır olursun?
- When will you be ready to leave?
Hemen yola çıkmak zorundayız.
- We have to leave at once.
Vedalaşmadan gitmek istediğine emin misin?
- Are you sure you want to leave without saying goodbye?
Onlarla kapıda vedalaştım.
- I took my leave of them at the gate.
Tom terketmek zorunda olacak.
- Tom is going to have to leave.
Tom terketmek zorunda kalacak.
- Tom will have to leave.
Tren kalkmak üzere. Acele et.
- The train's about to leave. Hurry up.
Cambridge treni 5. platformdan kalkmaktadır.
- The train for Cambridge leaves from Platform 5.
I think you'd better leave.
When he had leeft speakynge, he sayde vnto Simon: Cary vs into the depe, and lett slippe thy nette to make a draught.
I'll leave the car in the station so you can pick it up there.
I left the band.
Can't we just leave this to the experts?.
When my father died, he left me the house.
And by myssefortune Sir Bors smote Sir Launcelot thorow the shylde into the syde, and the speare brake and the hede leffte stylle in the syde.
I left the country and I left my wife.
I've been given three weeks' leave by my boss.
There's not much food left, we'd better go to the shops.
... at the beginning of the fall upon leaving her opulence large plane ...
... leaving of rocks ...