This child believes that the earth is flat.
 - Bu çocuk dünyanın düz olduğuna inanmaktadır.
A fool always believes that it is the others who are fools.
 - Bir aptal her zaman başkalarının aptal olduğuna inanmaktadır.
Tom seems to be unwilling to believe that Mary was the one who stole his credit cards.
 - Tom onun kredi kartlarını çalanın Mary olduğuna inanmak için isteksiz görünüyor.
Don't you think I want to believe you?
 - Sana inanmak istediğimi düşünmüyor musun?
Some people think that it is difficult for a native speaker of English to learn Chinese, but I disagree.
 - Bazı insanlar ana dili İngilizce olanların Çince öğrenmelerinin zor olduğuna inanmaktadır fakat ben aynı fikirde değilim.
Do you wonder why no one trusts him?
 - Ona niçin kimsenin inanmadığını merak ediyor musun?
Don't trust him no matter what he says.
 - Ne söylerse söylesin ona inanma.
My belief is that you are right.
 - Senin haklı olduğun inancındayım.
Her belief in God is very firm.
 - Onun Allah'a inancı çok sağlam.
I like him, but at the same time I don't really trust him.
 - Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.
I can't bring myself to trust his story.
 - Ben onun hikayesine inanamıyorum.
Unlike his sister, he has retained the religious faith his parents brought him up in.
 - Kız kardeşinin aksine, o, ebeveynlerinin ona verdiği dini inancı korudu.
Tom certainly believes Mary is faithful.
 - Tom kesinlikle Mary'nin sadık olduğuna inanıyor.
Tom seems to be unwilling to believe that Mary was the one who stole his credit cards.
 - Tom onun kredi kartlarını çalanın Mary olduğuna inanmak için isteksiz görünüyor.
Tom had trouble believing that Mary would actually want to go out with him.
 - Tom'un Mary'nin gerçekten onunla birlikte çıkmak isteyeceğine inanma sorunu vardı.
A fault common to scientists is mistakenly believing that every problem has a technical solution.
 - Bilim adamlarına göre yaygın bir hata her problemin teknik bir çözümü var olduğuna yanlışlıkla inanmaktır.
It is believed that whales have their own language.
 - Balinaların kendi diline sahip olduklarına inanılmaktadır.
I've believed in Kylie Minogue since June 12, 1998.
 - 12 Haziran 1998'den beri Kylie Minogue'a inanırım.
We believe in Buddhism.
 - Budizm'de inanıyoruz.
It was stupid of you to believe in him.
 - Ona inanmakla aptallık ettin.
Tom seems to be unwilling to believe that Mary was the one who stole his credit cards.
 - Tom onun kredi kartlarını çalanın Mary olduğuna inanmak için isteksiz görünüyor.
He didn't believe Ben's words.
 - O, Ben'in sözlerine inanmadı.
There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
 - Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
I find this hard to believe.
 - Bana göre buna inanmak zor.
It was stupid of you to believe in him.
 - Ona inanmakla aptallık ettin.