sözlü

listen to the pronunciation of sözlü
Türkisch - Englisch
oral

He took an oral examination. - O, bir sözlü sınava girdi.

She had an oral examination in English. - Onun İngilizce sözlü sınavı vardı.

verbal

Tom has trouble dealing with verbal abuse. - Tom'un sözlü tacizle başı belada.

Those children have limited verbal skills. - Şu çocuklar sözlü becerilerini sınırladı.

vocal
fiancee
oral examination

She had an oral examination in English. - Onun İngilizce sözlü sınavı vardı.

He took an oral examination. - O, bir sözlü sınava girdi.

viva voce
oral, verbal; engaged to be married; fiancé, fiancée
nuncupative
parol
viva
(someone) who has committed himself to go to (a gathering, a place)
word of mouth
fiancé; fiancée
oral, verbal
verbatim
engaged
literal
oral test
fiance
spoken
verbally

They verbally abused me. - Onlar beni sözlü olarak taciz ettiler.

They verbally abused Tom. - Onlar sözlü olarak Tom'u taciz ettiler.

unwritten
an oral
betrothed
söz
statement

I could not believe his statement. - Ben onun sözüne inanamadım.

I'm going to ascertain the truth of his statement. - Onun sözünün aslını araştıracağım.

söz
promise

Your stomach won't be full from promises. - Miden sözlerden dolu olmayacaktır.

He promised to meet him at the coffee shop. - Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.

söz
word

80% of all English words come from other languages. - Tüm İngilizce sözcüklerin %80'i diğer dillerden gelmiştir.

He didn't believe Ben's words. - O, Ben'in sözlerine inanmadı.

sözlü olarak
verbally

They verbally abused her. - Onlar onu sözlü olarak taciz ettiler.

They verbally abused Tom. - Onlar sözlü olarak Tom'u taciz ettiler.

sözlü ifade edilmek
verbalize
sözlü anlaşma
oral contract
sözlü anlaşma
parol contract
sözlü anlaşma
gentlemen's agreement
sözlü bildiri
(Hukuk) verbal declaration
sözlü film
talking picture
sözlü kanıt
parol evidence
sözlü olarak
orally
sözlü olarak
viva voce
sözlü olarak
viva
sözlü olma
pledge
sözlü olmayan
unengaged
sözlü reklâm
word of mouth advertising
sözlü soru
oral question
sözlü sınav
oral exam
sözlü sınav
viva
sözlü sınav
viva voce
sözlü sınav
oral examination
açık sözlü
blunt
açık sözlü
frank

Does Tom really want me to be frank? - Tom gerçekten açık sözlü olmamı istiyor mu?

He is an extremely frank person. - O, oldukça açık sözlü bir kişidir.

söz
upon my word
söz
expression

I'll look up the expression in the dictionary. - Ben ifadeye sözlükte bakacağım.

söz
{s} wordy
söz
{i} plight
açık sözlü
bluff
açık sözlü
forthcoming

Tom wasn't very forthcoming about what happened with Mary. - Tom Mary ile ilgili ne olduğu hakkında çok açık sözlü değildi.

açık sözlü
outspoken

Tom is extremely outspoken. - Tom son derece açık sözlü.

Tom is very outspoken, isn't he? - Tom çok açık sözlü, değil mi?

söz
gossip
söz
asseverate
söz
rumour
söz
commitment

I'm sorry, I already have another commitment. - Üzgünüm, benim zaten başka bir sözüm var.

Unfortunately, I have a commitment. - Ne yazık ki bir sözüm var.

söz
dixit
söz
(Dilbilim) parole
söz
fluent
söz
iron
söz
{i} say

I have to check and see what the contract says. - Sözleşmenin ne dediğini kontrol etmek ve görmek zorundayım.

I have nothing more to say about him. - Onun hakkında söyleyecek daha fazla sözüm yok.

söz
wording
söz
saying

Have you ever heard the saying: Lying leads to thieving? - Sen hiç yalan söyleme hırsızlığa götürür sözünü duydun mu?

You probably don't understand a word I'm saying today. - Galiba sen bugün söylediğim bir sözü anlamıyorsun.

söz
assurance
söz
foregoing
söz
pledge

The pledge to stop smoking cigarettes ranks among the top ten New Year's resolutions year after year. - Sigarayı bırakma sözü her yıl ilk on Yeni Yıl kararı arasında yer alıyor.

Tom pledged his support. - Tom ona destek sözü verdi.

söz
remark

I interpreted his remark as a threat. - Onun sözlerini bir tehdit olarak yorumladım.

His remark was really out of line. - Onun sözü gerçekten uygunsuzdu.

söz
{i} term

The union and the company have come to terms on a new contract. - Sendika ve şirket yeni bir sözleşme üzerinde anlaşma sağladılar.

Few people take the trouble to read all the terms and conditions of a contract before signing it. - Çok az insan, imzalamadan önce bir sözleşmenin bütün şartlarını ve koşullarını okuma zahmetine katlanır.

söz
asseveration
söz
undertaking
açık sözlü
Outspoken, free spoken, straight-out, plainspoken
açık sözlü
straight-out
açık sözlü
explicit
açık sözlü
plainspoken
açık sözlü
plump
açık sözlü
free spoken
açık sözlü
honest
açık sözlü olmak
To be frank
karışık sözlü kimse
Nobody mixed oral
söz
spoken of
söz
{i} sentence

Let's find sentences with new vocabulary on this topic, add them to the following list: _____; and translate them. - Haydi bu konuda yeni sözcük haznesiyle cümleler bulun, yandaki _____ listesine onları ekleyin; ve çevirin.

Tom really likes this sentence. - Tom bu sözü gerçekten seviyor.

söz
vocable
söz
mentions

Nobody mentions my country. - Hiç kimse ülkemden söz etmiyor.

Mary becomes angry when Tom mentions her weight. - Mary, Tom onun ağırlığından söz ettiği zaman sinirlenir.

açık sözlü
expansive
açık sözlü
ingenuous
açık sözlü
unreserved
dik sözlü
rudely outspoken
doğru sözlü
veracious
doğru sözlü
truthful

Tom has to be truthful. - Tom doğru sözlü olmalı.

Tom is likely to be truthful. - Tom muhtemelen doğru sözlü olacak.

doğru sözlü
veridical
doğru sözlü
straightforward

He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him. - O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.

doğru sözlü
truthful, frank
sazlı sözlü
(an entertainment) which features music and singing
söz
engagement

I have a previous engagement. - Bir önceki sözleşmem var.

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

söz
talk

Don't interrupt me while I am talking. - Ben konuşurken sözümü kesme.

She cut in when we were talking. - Biz konuşurken sözümüzü kesti.

söz
voice
söz
word, remark; speech, talk; saying; rumour, gossip; promise, assurance, commitment; engagement
söz
committal
söz
faith

You must be faithful to your word. - Sözüne sadık olmalısın.

söz
verbalism
söz
spiel
söz
remark, utterance; expression; statement; word
söz
rumor

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

söz
{f} contracting
söz
discourse
tok sözlü kimse
snorter
Türkisch - Türkisch
Sözle, konuşma biçiminde yapılan, şifahi, yazılı karşıtı
Evlenmek için birbirine söz vermiş olan kimselerden her biri
Evlenmek için birbirine söz vermiş olan (kimselerden her biri)
Herhangi bir konu ile ilgili olarak biri ile sözleşmesi bulunan
oral
(Hukuk) ŞİFAHİ
sözlü olarak
Şifahen
sözlü tarih
Sözlü tarih, tarihi yazılı belgelere ek olarak yaşayan bireylerin belleğe dayalı anlatıları aracılığıyla yazma ve sıradan insanları, gündelik yaşamı ve öznelliği tarihin araştırma alanına dahil etme dürtüsüyle şekillenen ve ses kaydetme teknolojilerinin gelişmesiyle de desteklenen disiplinlerarası bir çalışma alanı ve araştırma yöntemidir
sözlü film
Oyuncuların yalnız davranışlarını değil, konuşmalarını da veren (film)
sözlü soru
Büyük Millet Meclisinde sözlü olarak cevaplandırılması istenen soru
Söz
(Osmanlı Dönemi) LEFZ
Söz
(Hukuk) KAVİL
Söz
(Osmanlı Dönemi) SERVA
Söz
(Hukuk) KELAM
Söz
bahis
açık sözlü
Her şeyi olduğu gibi söyleyen, sözünü esirgemeyen
sazlı sözlü
Saz çalınarak yapılan (eğlence)
söz
Bir konuyu yazılı olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi
söz
Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük
söz
Bir işi yapacağını kesin olarak vadetme
söz
Müzik parçalarının yazılı metni, güfte
söz
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, kavil: "Söz var, iş bitirir; söz var, baş yitirir."- Atasözü
söz
Kesinlik kazanmayan haber, söylenti
söz
Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi: "Yer yer birçok türküde rastladığımız beylik sözler de vardı içinde."- B. R. Eyuboğlu
söz
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelâm, kavil
söz
(Osmanlı Dönemi) kâl
tatlı sözlü
bakınız: tatlı dilli
tok sözlü
Hatır ve gönül dinlemeden, hiçbir şeyden çekinmeden konuşan
çok sözlü
Tatlı dilli, konuşkan
sözlü
Favoriten