O bulgular benim kendi gözlemlerimle eşleşiyor.
- Those findings match my own observations.
Tom'un bulgularımı tasdik etmesini istedim.
- I asked Tom to confirm my findings.
İstasyonda biletimi bulurken büyük zorluk yaşadım.
- I had great difficulty in finding my ticket at the station.
Onun bürosunu bulmak kolaydı.
- Finding her office was easy.
Hangisini alacağımıza karar vermeyi zor buluyoruz.
- We're finding it difficult deciding on which one to buy.
Hangisini alacağıma karar vermeyi zor buluyorum.
- I'm finding it difficult deciding on which one to buy.
Onun bürosunu bulmak kolaydı.
- Finding his office was easy.
Onun bürosunu bulmak kolaydı.
- Finding her office was easy.
Onun bürosunu bulmak kolaydı.
- Finding his office was easy.
Onun bürosunu bulmak kolaydı.
- Finding her office was easy.
O ben onun hakkında öğrenmeden bilgisayarımı kullanmaya çalıştı.
- He tried to use my computer without my finding out about it.
Biri fark etmeden onu nasıl başardığını anlamaya çalışıyorum.
- I'm trying to figure out how you managed to do that without anyone finding out.
Biri fark etmeden onu nasıl başardığını anlamaya çalışıyorum.
- I'm trying to figure out how you managed to do that without anyone finding out.
Onun ofisini bulmak kolaydı.
- Finding his office was easy.
Onun ofisini bulmak kolaydı.
- It was easy to find his office.
O eski kitap gerçek bir keşiftir.
- That old book is a real find.
Sonunda gerçekten tatmin edici bir sonuç bulmak mümkündü.
- Eventually it was possible to find a really satisfactory solution.
Sonuçta herkesin öğreneceğini sen her zaman biliyordun.
- You've always known that eventually everyone would find out.
Biz mutluluk aramak için dünyadayız, onu bulmak için değil.
- We're on earth to look for happiness, not to find it.
Tom'u buluncaya kadar aramaktan vazgeçmeyeceğim.
- I'm not going to stop looking until I find Tom.
Onun ne söylediğini anlamakta zorlanıyorum.
- I find it difficult to understand what he is saying.
Bütün yolu sadece onun evden uzakta olduğunu anlamak için yürüdüm.
- I went all the way to see her only to find her away from home.
Nagoya çevresinde birinin yolunu bulması çok basittir. Tek yapmanız gereken işaretlere bakmak.
- Finding one's way around Nagoya is very simple. All you do is look at the signs.
Sami'nin, çocuklarına bakmak için bir iş bulması gerekiyordu.
- Sami needed to find a job to support his children.
Tom'un bulgularımı tasdik etmesini istedim.
- I asked Tom to confirm my findings.
O bulgular benim kendi gözlemlerimle eşleşiyor.
- Those findings match my own observations.
O bulgular benim kendi gözlemlerimle eşleşiyor.
- Those findings match my own observations.
Tom'un bulgularımı tasdik etmesini istedim.
- I asked Tom to confirm my findings.
Kahve bir kızın ilk buluşmasındaki öpücük kadar sıcak, o gece kızın kucağı kadar yumuşak ve annesinin kızı bulduğu zaman ettiği küfürler kadar siyah olmalıdır.
- The coffee has got to be as hot as a girl's kiss on the first date, as sweet as those nights in her arms, and as dark as the curse of her mother when she finds out.
Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.
- After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop.
En yakın mağazayı nerede bulabilirsin?
- Where can you find the closest store?
I find your argument unsatisfactory.
I found my car keys -- they were under the couch.
The jury finds for the defendant.
... finding that those who are better educated enjoy more satisfying lives as well. ...
... but increasingly psychologists are finding ways of measuring happiness and they’re ...