Working together, they cleaned the entire house in no time.
- Birlikte çalışarak, bütün evi çabucak temizlediler.
They spent the entire day on the beach.
- Onlar bütün günü sahilde geçirdiler.
Money is the root of all evil.
- Para bütün kötülüğün köküdür.
If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
- Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
Will he eat the whole cake?
- Bütün pastayı yiyecek mi?
Tom worked all day and was completely worn out.
- Tom bütün gün çalıştı ve tamamen bitkin düştü.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
I have read every book in the library.
- Kütüphanede bütün kitapları okudum.
Grandmother died, leaving the whole family stunned.
- Büyükanne bütün aileyi buz kesilmiş bırakarak öldü.
Tom has been staying with his grandmother all summer.
- Tom bütün yaz büyükannesi ile birlikte kalıyor.
He addressed my full attention to the landscape outside.
- Bütün dikkatimi dışarıdaki manzaraya yöneltti.
She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
We need to view this in its entirety.
- Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.
Have you been totally honest with me?
- Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?
A totally ordered set is often called a chain.
- Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.
It is very cold here all the year round.
- Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.
They had to work all year round.
- Onlar bütün yıl boyunca çalışmak zorundaydılar.
There was peace all over the world.
- Bütün dünyada barış vardı.
What we call 'Standard English' is only one of the many dialects spoken all over the world.
- Standart İngilizce dediğimiz şey sadece bütün dünyada konuşulan birçok lehçeden biridir.
Will he eat the whole cake?
- Bütün pastayı yiyecek mi?
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.