şeyler

listen to the pronunciation of şeyler
Türkçe - İngilizce
stuff of
things

Please don't leave valuable things here. - Lütfen değerli şeyleri burada bırakmayın.

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

somethings
şey
stuff

The only thing on the table that I normally wouldn't eat is that stuff on the yellow plate. - Normal olarak yemediğim masadaki tek şey sarı tabaktaki şeydir.

Tom doesn't like it when this kind of stuff happens. - Bu tür şey olduğunda, Tom bundan hoşlanmıyor.

şey
{i} thing

The thing you have to know about Batman is, he's a superhero. - Batman hakkında bilmeniz gereken şey, onun süper kahraman olmasıdır.

Please don't leave valuable things here. - Lütfen değerli şeyleri burada bırakmayın.

şey
article

There are a variety of articles in her purse. - Çantasında çeşitli şeyler var.

Please place all articles not related to the lesson inside your bag. - Lütfen dersle ilgisi olmayan her şeyi çantana koy.

şey
{i} matter

It doesn't matter what he said. - Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.

I have nothing to say on this matter. - Benim bu konuda söyleyecek bir şeyim yok.

şey
chose

There are some things we could've change, but we chose not to. - Değiştirebileceğimiz bazı şeyler vardır fakat seçeceğimiz değil.

I realized that what I had chosen didn't really interest me. - Seçtiğim şeyin beni ilgilendirmediğini anladım.

şey
entity
gereksiz şeyler
expendable
şey
{i} doing

Doing that sort of thing makes you look stupid. - Bu tür bir şey yapmak aptal görünmesini sağlar.

I asked Tom to do the same thing that Mary was doing. - Tom'un Mary'nin yaptığı aynı şeyi yapmasını rica ettim.

şey
{i} concern

As far as Bob is concerned, anything goes. By contrast, Jane is very cautious. - Bob'a kalırsa, bir şey dönüyor. Buna karşılık, Jane çok dikkatli.

What I have to say concerns everyone here. - Söylemek zorunda olduğum şey, buradaki herkesi ilgilendirir.

kıymetli şeyler
valuable
olur böyle şeyler
c'est la vie
ve benzeri şeyler
and so on

We ate sandwiches, cakes, and so on. - Sandviçler, kekler ve benzeri şeyler yedik.

You must buy milk, eggs, butter, and so on. - Süt, yumurta, tereyağı ve benzeri şeyleri satın almalısınız.

şey
gizmo
şey
aggregate
şey
gimmick
şey
hickey
şey
thingumabob
şey
business

Spies make it their business to know things that you don't want them to know. - Casuslar senin onların bilmesini istemediğin şeyleri bilmek için işlerini yaparlar.

I don't know a thing about running a business. - İş idaresi hakkında bir şey bilmiyorum.

şey
dingus
şey
doohickey
değersiz şeyler
pulp
gereken yiyecek ve içecek şeyler
things need food and drink
içilecek şeyler, içecekler
thing to drink, drinks
süslü şeyler
fancy stuff
yapılmış şeyler
made things
şey
the thing is
şey
in thing
Bir şeyler dönüyor
There is something afoot
atıştırmak için bir şeyler rica ediyorum
I would like a snack
aşırılmış şeyler
pickings and stealings
bagajım kırılmış ve bazı şeyler eksik
My baggage is broken
bambaşka şeyler
disparate
basılmış şeyler
presswork
başka şeyler arasında
(Hukuk) interalia
benzeri şeyler
suchlike
benzeşmeyen şeyler
disparate
beğendiğiniz bir şeyler bulabildiniz mi
Did you find something you like
bir şeyler dönmek
be in the wind
birbiri ardına yapılan şeyler
round
damlayan şeyler
droppings
damlayan şeyler
drippings
değersiz şeyler
gadget
eski püskü şeyler
gimcrackery
eski püskü şeyler
gimcracks
eski püskü şeyler
dead wood
farklı şeyler
disparate
gerekli şeyler
(Latin) necessarium
gereksiz şeyler
white elephant
gereksiz şeyler
expendables
gerçekte var olan şeyler
reality
gösterişli şeyler kullanan
arty crafty
harcıâlem şeyler
a dime a dozen
harika şeyler
(Konuşma Dili) flowing with milk and honey
hatırlanmaya değer şeyler
memorabilia
hayati önemi olmayan şeyler
nonessentials
heveslenerek bir şeyler yapan kimse
faddist
inekleme ile öğrenilen şeyler
cram
ipe dizilmiş şeyler
rope
istenen şeyler
wants
iç içe geçen şeyler
nest
küçük şeyler
trifles

Don't trouble him with trifles. - Küçük şeylerle onu rahatsız etmeyin.

Don't make a fuss about trifles. - Küçük şeyler hakkında yaygara koparmayın.

kırpılan şeyler
clipping
kırpılan şeyler
clippings
lütfen ağrıyı giderecek bir şeyler yapın
Please do something for the pain
miras konusu olabilen şeyler
(Kanun) hereditament
misli şeyler
(Ticaret) fungible goods
ne gibi şeyler?
what kind of things?
ortada bir şeyler dönüyor
something in the air
peşin para ile alınan şeyler
spot goods
peşin para ile alınan şeyler
spots
söylenen şeyler
utterances
ufak tefek şeyler
odds and ends

The room is full of odds and ends. - Oda ufak tefek şeylerle dolu.

ufak tefek şeyler
etceteran trifles
ufak tefek şeyler
etcetera
ufak tefek şeyler
snippets
ufak tefek şeyler
gewgaw
ufak tefek şeyler
oddments
valizim kırılmış ve bazı şeyler eksik
My suitcase is broken and some things are missing
ve benzeri şeyler
and so on, and what not
yapılacak ve yapılmayacak şeyler
do's and don'ts
yasak şeyler
prohibited articles
yeni gelen şeyler
recent accessions
yenilebilir şeyler
edibles
yiyecek bir şeyler sipariş etmek istiyorum
I want to order something to eat
çalıntı şeyler
pickings and stealings
önemsiz şeyler
trivia
ütülenecek şeyler
ironing
üçü de aynı şeyler
triplicate
ıçecek bir şeyler ister misiniz
Would you like something to drink
ıçecek bir şeyler rica ediyorum
I would like a drink
ıçecek bir şeyler sipariş etmek istiyorum
I want to order some drinks
şey
well

Focus on one thing and do it well. - Bir şeye odaklan ve onu iyi yap.

He intimated that all is not well in his marriage. - O, evliliğinde her şeyin iyi olmadığını ima etti.

şey
thing, stuff, object; what-d'you-call-him/-her/-it; what's-his/-her/-its-name; thingummy, thingumabob, thingumajig; well
şey
object

It was an object of terror. - Dehşet veren bir şeydi.

You don't really love me at all. You only care about your math stuff! Not at all, I do love you! Prove it! Okay. Let A be the set of the objects I love... - Aslında beni hiç sevmiyorsun. Tek önem verdiğin şey matematik! Ne münasebet, seni seviyorum! Kanıtla! Peki. Sevdiğim şeyler A kümesi olsun...

şey
affair

He knows a lot about foreign affairs. - Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.

şey
thingummy
şey
doings
şey
what-do-you-call-it; what-do-you-call-him; whatyoumayjigger, thingumbob, thingamabob, thingumajig, thingummy (used to designate something or someone whose name one has either forgotten or doesn't know)
şey
lark
şey
doodad
şey
thingumajig
şey
whosit
şey
picayune
şey
backbone
şey
{i} res
şey
contraption
şey
aught
şey
plummet
şey
thingamajig
Türkçe - Türkçe
(Osmanlı Dönemi) eşyâ
saçı
Şey
(Osmanlı Dönemi) BAZİL
Şey
(Osmanlı Dönemi) SÜMM
Şey
(Osmanlı Dönemi) HURS
Şey
(Osmanlı Dönemi) HİLBİSE
Şey
(Osmanlı Dönemi) FÜVFE
Şey
(Osmanlı Dönemi) MA'NE
Şey
(Osmanlı Dönemi) KUZA'MELE
şey
Nesne, madde: "Asıl zorluk belki öğrenilmesi lazım gelen şeylerin değil, unutulması gereken şeylerin çokluğundan gelir."- A. Ş. Hisar
şey
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb.nin adı yerine kullanılır: "Bana sen pek çok şey kazandırdın."- R. H. Karay
şey
Nesne, madde
şey
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb. nin adı yerine kullanılır
şey
(Osmanlı Dönemi) KAZAM
şeyler