By September I will have known her for a whole year.
- Eylül ayı itibarıyla tam bir yıldır onu tanıyoruz.
The patrol cars cover the whole of the area.
- Devriye arabaları alanının tamamını kapsamaktadır.
Her words were completely meaningless.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary.
- Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.
I worked for a full 24 hours without getting any sleep.
- Hiç uyumadan tam 24 saat çalıştım.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
This seems entirely accurate.
- Bu tamamen doğru gibi görünüyor.
Did you clean your room properly? There's still dust over here.
- Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.
The facts weren't properly understood.
- Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.
Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.
- Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.
The store is just across from the theater.
- Dükkan tiyatronun tam karşısında.
I was literally stunned by what I saw.
- Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.
After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally.
- Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.
You guys are totally clueless.
- Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
Lunar eclipses can be total or partial.
- Güneş tutulmaları tam ya da bölümlü olabilir.
The bear is quite tame and doesn't bite.
- Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.
Tom still hasn't quite learned the rules of the game.
- Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
We were thoroughly satisfied with his work.
- Onun işinden tamamen tatmin olduk.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
This watch keeps correct time.
- Bu saat tamamen doğrudur.
Since my watch was broken, I didn't know the correct time.
- Saatim bozuk olduğu için, saati tam bilmiyordum.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.
I was literally stunned by what I saw.
- Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.
Does the city literally owe its existence to Mussolini?
- Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
I offered to fix Tom's flat tire.
- Tom'un patlak tekerini tamir etmeyi önerdim.
Could you please fix this flat tire?
- Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?
He is every bit a gentleman.
- O, tam bir beyefendi.
Tom definitely knows exactly what happened.
- Tom kesinlikle tam olarak ne olduğunu biliyor.
Okay, okay, said the doctor. I'll definitely take a look at her.
- Tamam, tamam, dedi doktor. Ben kesinlikle ona bir göz atacağım.
My grandfather owned a car just like this.
- Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.
I don't remember my grandmother's face exactly.
- Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary.
- Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
The statement is not wholly true.
- İfade tamamen gerçek değil.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
- Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
You won't be let down if you read the entire book.
- Kitabın tamamını okursanız hayal kırıklığına uğramazsınız.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
Come here at precisely six o'clock.
- Tam altıda buraya gel.
Due to global warming, cities could be completely submerged.
- Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.
Due to severe educational influence the child became a wholly different person.
- Ciddi bir eğitim etkisi nedeniyle çocuk tamamen farklı bir kişi haline geldi.
He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.
This is the very place that I have long wanted to visit.
- Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
He felt utterly humiliated.
- O, tamamen aşağılanmış hissetti.
She is an utter stranger to me.
- O, bana tamamen yabancıdır.
It's an absolute waste of time to wait any longer.
- Daha fazla beklemek tam bir zaman kaybıdır.
What you said is absolute nonsense.
- Dediğin şey tamamen saçmalıktır.
The meeting began at nine o'clock sharp.
- Toplantı tam dokuzda başladı.
Be at the station at 11 o'clock sharp.
- Tam 11:00'de istasyonda olun.
What precisely are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
My interest in politics is strictly academic.
- Siyasete ilgim tamamen akademik.
Tom finished off the ice cream that was in the freezer.
- Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.
Tom finished eating all the ice cream that was in the freezer.
- Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.
I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya.
- Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.
Ted is good at fixing watches.
- Ted saatleri tamir etmede iyidir.
A good idea occurred to me just then.
- Tam o sırada aklıma iyi bir fikir geldi.
He was completely absorbed in his work.
- Tamamen işine dalmıştı.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
- Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
The food athletes eat is just as important as what kind of exercises they do.
- Sporcuların yedikleri yiyecek tam olarak ne tür egzersizleri yaptıkları kadar önemlidir.
Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me.
- Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
Do you even remember Tom?
- Tom'u tamamıyla hatırlıyor musun?
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
I found the very thing you had been looking for.
- Tam aradığın şeyi buldum.
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
They accomplished their mission.
- Onlar misyonlarını tamamladılar.
They accomplished their task without any difficulty.
- Görevlerini bir zorluk olmadan tamamladılar.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
The party was perfectly deadly.
- Parti tamamen sıkıcıydı.
I'm dead against the plan.
- Ben plana tamamen karşıyım.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
I want to make this perfectly clear.
- Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.
It's all clear to me now.
- O şimdi tamamen benim için temiz.
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
Can you repair these shoes?
- Bu ayakkabıları tamir edebilir misin?
I had my watch repaired.
- Saatimi tamir ettirdim.
Can you fix this or should I call a plumber?
- Bunu tamir edebilir misin yoksa bir tesisatçı çağırmam mı gerekiyor.
Who should I call to fix my plumbing?
- Su tesisatımı tamir etmek için kimi aramalıyım?
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.