Benim ayakkabıların tabanları yıprandı.
- The soles of my shoes are worn.
Ayağımın tabanında bir nasır var.
- I have a callus on the sole of my foot.
Tek mutluluk kaynağım oldu.
- He was my sole source of happiness.
O, tek çocuk olduğu için, tek mirasçıydı.
- Being an only child, he was the sole inheritor.
Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
- They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
- Empirical data is based solely on observation.
Akşam yemeği için dil balığımız vardı. Dün gece akşam yemeği için ne yedin?
- For dinner, we had sole. ׁWhat did you have for dinner last night?
Bir aslan kesinlikle tek sırtlandan çok daha güçlüdür ancak orada aslanların üç katı kadar fazla sırtlan vardı.
- A lion is certainly much stronger than a sole hyena but there were three times as many hyenas there as lions.
Ekoloji açısından, Antarktika turizm için ya da ticari keşif için değil, sadece araştırma için korunmalıdır.
- From the standpoint of ecology, Antarctica should be reserved solely for research, not for tourism or for commercial exploration.
Ekoloji açısından, Antarktika turizm için ya da ticari keşif için değil, sadece araştırma için korunmalıdır.
- From the standpoint of ecology, Antarctica should be reserved solely for research, not for tourism or for commercial exploration.
Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
- Empirical data is based solely on observation.
Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
- They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
- Only a few people showed up on time.
Partide yalnızca altı kişi vardı.
- Only six people were present at the party.
Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
- The pilaf with meat is eight yuan. The vegetarian pilaf is only four yuan.
Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
- The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan.
İstasyondan yürüyerek eve gitmek sadece beş dakika.
- Walking from the station to the house takes only five minutes.
Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
- The pilaf with meat is eight yuan. The vegetarian pilaf is only four yuan.
Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir.
- AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it.
Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.
- Did you do your homework? The meeting is only two days away.
Biricik kızımız kanserden öldü.
- Our only daughter died of cancer.
Sen onun biricik arkadaşıydın.
- You were his only friend.
Tek tekerlekli bir bisikletin sadece bir tekeri vardır.
- A unicycle has only one wheel.
Sorun sadece bir tek şekilde yorumlanabilir.
- The question can only be interpreted a single way.
Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
- Empirical data is based solely on observation.
Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
- One cannot live solely on air and love.
Zürih'ten Boston'a uçmak sekiz saat sürer, ancak dönüş için sadece altı.
- It takes eight hours to fly from Zurich to Boston, but only six for the return trip.
O tür bir şeyi yapmaya ancak Tom'un cesareti vardı.
- Only Tom would have the guts to do that kind of thing.
Kabul ediyorum, ama sadece tek bir şartla.
- I accept, but only under one condition.
İstasyona aceleyle gittik, ama treni kaçırdık.
- We hurried to the station only to miss the train.
Yani sonuçta, Web'i dil öğrenmede daha iyi bir yer yapmak için biz Tatoeba ile sadece temelleri inşa ediyoruz.
- So ultimately, with Tatoeba we are only building the foundations… to make the Web a better place for language learning.
Tom'un Boston'da sadece bir gecesi daha var.
- Tom has only one more night in Boston.
The new chef was solely responsible for attending the grill.
... that "users" are someone who are the sole user of a device for a meaningful amount of ...