yaşlan

listen to the pronunciation of yaşlan
Türkçe - İngilizce
grew old
get older

It's important to take good care of your teeth so you'll be able to eat properly when you get older. - Dişlerinize iyi bakmak önemlidir böylece yaşlandığınızda normal şekilde yiyebileceksiniz.

You get older when you don't have many aims. - Birçok amacın yoksa yaşlanırsın.

grew older
got old
grow older
get old

I'll look after my parents when they get old. - Onlar yaşlandıklarında ebeveynlerime bakacağım.

I'll take care of my parents when they get old. - Onlar yaşlandıklarında ebeveynlerime bakacağım.

{f} aged

Care aged him quickly. - Bakım onu çabuk yaşlandırdı.

You haven't aged a day. - Sen bir günde yaşlanmadın.

grow old

I want to grow old with you. - Seninle yaşlanmak istiyorum.

He never seems to grow older. - O, asla yaşlanıyor gibi görünmüyor.

got older
{f} age

Care aged him quickly. - Bakım onu çabuk yaşlandırdı.

If you want security in your old age, begin saving now. - Yaşlandığında güvenlik istiyorsan, şimdi biriktirmeye başla.

aging

Physical changes are directly related to aging. - Fiziksel değişiklikler doğrudan yaşlanmayla ilgilidir.

She was aging quickly. - O, hızla yaşlanıyordu.

yaş
age

Because of his age, my grandfather doesn't hear well. - Dedem yaşından dolayı pek iyi duyamıyor.

Wisdom does not automatically come with age. - Bilim yaş ile otomatik olarak gelmez.

yaş
wet

I used to wet the bed when I was small, but I grew out of it by the time I was seven. - Küçükken yatağımı ıslatırdım fakat yedi yaşına gelmeden önce vazgeçtim.

This grass is too wet to sit on. - Bu çim üstüne oturmak için çok yaş.

yaş
humid
yaş
dank
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

My father will soon be forty years old. - Babam yakında kırk yaşında olacak.

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

yaş
fresh

Take a fresh look at your lifestyle. - Yaşam tarzınıza dikkatle bir göz atın.

Fish like carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşamaktadır.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
yaş
new

John lives in New York. - John New York'ta yaşar.

The older you get, the more difficult it becomes to learn a new language. - Ne kadar yaşlanırsan, yeni bir dili öğrenmek o kadar zor olur.

yaş
young

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

yaş
in age
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

She called out to him, with tears running down her cheeks. - Yanaklarından süzülen yaşlarla ona seslendi.

My mother looked at me with tears in her eyes. - Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

yaş
unseasoned