Çocukluğunda oldukça cılızdı.
 - He was quite weak in his childhood.
Calhoun konuşmasını okuyamayacak kadar çok cılızdı.
 - Calhoun was too weak to read his speech.
Dizlerimde halsizlik hissettim.
 - I felt weak in the knees.
Güçsüz bir prens olan Eric Danimarkalılar arasında büyük hoşnutsuzluğa sebep olan kötü bir para sistemi çıkardı.
 - Eric who was a weak prince issued a bad coinage which excited great discontent among the Danes.
Bugün biraz güçsüz hissediyorum.
 - I feel a little weak today.
John Bill'in zayıflığından istifade etti.
 - John took advantage of Bill's weakness.
Gıda yetersizliği onu zayıf ve bitkin düşürdü.
 - Lack of food had left him weak and exhausted.
Kahvemi hafif istiyorum.
 - I'd like my coffee weak.
Kahvemi hafif severim.
 - I like my coffee weak.
Ann'in çikolataya zafiyeti var.
 - Ann has a weakness for chocolate.
Gıda yetersizliği onu zayıf ve bitkin düşürdü.
 - Lack of food had left him weak and exhausted.
Açık kahveyi tercih ederim.
 - I prefer weak coffee.
Tom açıkçası hâlâ çok zayıf.
 - Tom is obviously still very weak.
İnsan zaafına müsamaha göstermek zorundasın.
 - You have to allow for human weakness.
O, hastalığından sonra zayıf hissediyor.
 - He feels weak after his illness.
Hastalık, organizmanızı zayıf düşürdü.
 - The sickness has weakened your organism.
Oh, a huge crab, Jacob murmured—and begins his journey on weakly legs on the sandy bottom.
This place is weak.
We were served stale bread and weak tea.