Definition of bound in English Turkish dictionary
- {f} zıplaya zıplaya gitmek
- zıplamak
- sıçramak
- bağlı
Onun eli kolu bağlıydı.
- He was bound hand and foot.
İnsanın beden ve aklı birbirine öylesine bağlıdır ki birini etkileyen diğerini de etkiler.
- The body and the mind of man are so closely bound together that whatever affects one affects the other.
- {i} fırlama
- {i} sınır
Hayatı ölümden ayıran sınırlar azami karanlık ve belirsizdir. Birinin nerede biteceğini ve diğerinin nerede başlayacağını kim söyleyecek?
- The boundaries which divide Life from Death are at best shadowy and vague. Who shall say where the one ends, and where the other begins?
Ren, Fransa ve Almanya arasındaki sınırdır.
- The Rhine is the boundary between France and Germany.
- {f} sınırlamak
- {i} sıçrama
- bağlanmak
- ciltlenmiş
- kalgımak
- hoplama
- had
- sıçrayış
- atlayış
- hoplamak
- sınır koymak
- {i} sekme
- düşkün
- bağlanmış
- sınırlarını belirlemek
- ciltli
- mecbur
Tom, yeni dairesine taşınmak için yardım almaya mecbur.
- Tom's bound to need help to move into his new apartment.
- kesin kararlı
- kesin
Jack bu sefer kesin başaracak.
- Jack is bound to succeed this time.
Tom kesinlikle yarışı kaybedecek.
- Tom is bound to lose the race.
- gidici
- niyetli
- kafasına takmış
- yükümlü
- azimli
- zıplama
- giden
Tom Tokyo'ya giden bir trene bindi.
- Tom boarded a train bound for Tokyo.
Kanazawa'ya giden bir trene bindi.
- He got on a train bound for Kanazawa.
- gitmeye niyetli
- {f} bağlan
Hırsızın eli ve ayağı bağlandı.
- The thief was bound hand and foot.
Rehineler bağlandı ve ağızları kapatıldı.
- The hostages were bound and gagged.
- sekmek
- (for ile) gitmeye hazır
- gitmek üzere olan
- zıplatmak
- {f} kısıtlamak
- {s} bağlı, kayıtlı
- {f} sınırlandır
Yakınsak bir sıra sınırlandırılmıştır.
- A convergent sequence is bounded.
- sıçrayarak gitmek
- {s} gitmek üzere
Bindiğimiz uçak San Fransisko'ya gitmek üzereydi.
- The plane we boarded was bound for San Francisco.
- kesin/bağlı/eğilimli
- {s} engellenen
- {s} nedeniyle
- {f} sınırlarını çizmek
- {i} yasak bölge
- {f} sekmek, sıçramak, zıplamak, fırlamak
- {f} bağlan: adj.kesin
- {s} yola çıkmış
- sınırlarını belirle
- {f} kuşatmak
- {i} sıçrayış, zıplama; geri tepme
- (Askeri) Sıçrama mesafesi, ateş sıçraması
- (Askeri) SIÇRAMA: Kara harbinde genellikle düşman ateşi altında askerler tarafından örtüden örtüye yapılan münferit hareket
- f., bak. bind
- bind bağla
- {i} avut
- {s} zorunlu
Er ya da geç onun olacağı zorunluydu.
- It was bound to happen sooner or later.
O maçı kazanmaya zorunlu.
- He is bound to win the match.
- sıçrayış/zıplama/sınır
- yaylan/zıpla/sınırla
- sıçratmak
- {s} for -e giden
- sektirmek
- bağımlı
- {f} sekip geri gelmek
- limit
- seken
- bağlı kalma
- bind
- bağlamak
- bind
- ciltlemek
Onların işi kitapları ciltlemek.
- Their job is to bind books.
- bound to
- (Fiili Deyim ) zorunda , yükümlü
- bound column
- (Bilgisayar) ilişkili sütun
- bound electron
- (Bilgisayar,Teknik) bağlı elektron
- bound for
- -e giden
- bound form
- (Dilbilim) bağımlı biçim
- bound hand and foot
- (deyim) çaresiz
- bound hand and foot
- eli kolu bağlı olmak
- bound hand and foot
- (deyim) eli kolu bağlı
- bound html
- (Bilgisayar) html ilişkisini kur
- bound hyperlink
- (Bilgisayar) köprü ilişkisini kur
- bound in honour
- (Kanun) namus borcu saymakta
- bound long wave
- (Askeri) uzun periyotlu dalga grubu
- bound long waves
- (Askeri) uzun periyotlu dalga grubu
- bound moisture
- (Gıda) bağlı nem
- bound morpheme
- (Dilbilim) bağımlı biçimbirim
- bound object frame
- (Bilgisayar) ilişkili nesne çerçevesi
- bound span
- (Bilgisayar) bağımlı yayılma
- bound tariff rates
- (Politika, Siyaset) zorunlu tarife oranları
- bound to unknown type
- (Bilgisayar) bilinmeyen türe bağlama
- bound variable
- (Matematik) bağımlı değişken
- bound variable
- bağlı değişken
- bound vector
- bağlı vektör
- bound vector
- (Matematik) bağımlı vektör
- bound water
- (Gıda,İnşaat) bağlı su
- bound waves
- (Askeri) dalga grubu
- bound for
- -e gitmek üzere
- bound set
- sınır ayrımı
- bound to
- garanti
- bound to
- mutlâka
İyi bir antrenörle, yüzücü mutlaka kazanır.
- With a good trainer, the swimmer is bound to win.
- bound to
- kesinlikle
Tom kesinlikle yarışı kaybedecek.
- Tom is bound to lose the race.
O kesinlikle sınavı geçecek.
- He is bound to pass the test.
- bound to
- zorunlu
O şekilde olması zorunluydu.
- It was bound to happen that way.
O maçı kazanmaya zorunlu.
- He is bound to win the match.
- bound up in
- -le meşgul
- bound up in
- çok ilgili
- bound up with
- -le ilgili
- bound up with
- -e bağlı
- bound 2
- 2 bağlı
- bound to happen
- ne bağlı
- bound up
- bağlı olmak
- bound up
- ilgili olmak
His life was bound up with the town's history.
- bound volume
- bağlı hacim
- bound barrel
- (Askeri) eğrilmiş namlu
- bound barrel
- (Askeri) EĞRİLMİŞ NAMLU: Kundak parçalarına temas şekli, namlunun atıştan ileri gelen genişleme sonucu, bunlara yapışıp eğrilmesine, dolayısıyla atış isabetsizliğine sebep olan namlu
- bound by an oath
- yeminli
- bound by contract
- sözleşmeye bağlanmış
- bound electron
- bagli elektron
- bound sulphur
- (Havacılık) bileşik kükürt
- bound up with
- bağlı olmak
- bound up with
- ilgili olmak
- bound vortex
- (Havacılık) birleşik girdap
- bind
- {f} bağlamak; sarmak. 2 kenarını tutturmak
- bind
- sargılamak
- boundless
- engin
- be bound
- e mecbur, ... ile yükümlü
- be bound to something
- Bir şeye bağlılığı/sadâkati olmak
- bind
- zorunlu bırakmak
- bind
- mecbur etmek
- bind
- kenarını tutturmak
- bind
- bandajlamak
- bind
- sıkışmak
- bind
- fazla sıkmak
- bounded
- sınırlı
- bounded
- sınırlandırılmış
Yakınsak bir sıra sınırlandırılmıştır.
- A convergent sequence is bounded.
- bounding
- (Otomotiv) sıçrama
- bounding
- (Otomotiv) zıplama
- bounding
- bağlayıcı
- boundlessness
- sınırsızlık
- boundlessness
- sonsuzluk
- bounds
- sınırlar
Bu tip konular insanın bilgi sınırlarının ardındadır.
- Such matters are beyond the bounds of human knowledge.
Polis, Dan'in kendini savunma sınırları içinde hareket ettiğini tespit etti.
- The police established that Dan acted within the bounds of self-defense.
- greatest lower bound
- (Matematik) en büyük alt sınır
- lower bound
- (Matematik) altsınır
- product bound
- (Ticaret) ürüne bağlı
- single bound
- tek bağ
- to be bound
- (Ticaret) bağlı olmak
- upper bound
- (Matematik) üstsınır
- upper bound
- üst sınır
- be bound hand and foot
- eli kolu bağlı olmak
- bind
- bağla
O yasal olarak bağlayıcı değil.
- It's not legally binding.
Bir kira sözleşmesi, ev sahibi ve kiracıları arasında yasal olarak bağlayıcı bir belgedir.
- A tenancy agreement is a legally binding document between a landlord and their tenant.
- bind
- tutmak
- bind
- yarayı sarmak
- bind
- yapıştırmak
- bind
- yapışmak
- bind
- biraraya getirmek
- bind
- yasa gücü ile zorunlu kılmak
- bind
- yasal olarak bağlamak
- bind
- birleştirmek
- branch and bound technique
- dal sınır yöntemi
- cement bound macadam
- çimento makadam
- cloth-bound
- bez kaplı
- cloth-bound
- bez ciltli
- compute bound
- hesaplama sınırlaması
- homeward bound
- evine dönen
- i/o bound
- giriş / çıkış sınırlı
- input bound
- girdi sınırlı
- input/output bound
- giriş / çıkış sınırlı
- least upper bound
- en küçük üst sınır
- lower bound
- alt sınır
- muscle-bound
- kasları çok gelişmiş
- output bound
- çıktı sınırlı
- process bound
- işlem sınırlı
- processor bound
- işlemci sınırlı
- rock-bound
- kayalarla kuşatılmış
- well bound
- yolunda giden
- bind
- bağlı nota işareti
- at a bound
- a bağlı
- be bound to
- -mesi kesin gibi/kesin olmak: "He's bound to win. - Kazanması kesin gibi."
- bed-bound
- Yatağa bağımlı yaşayan kimse
- bounded
- sınırlandır
Yakınsak bir sıra sınırlandırılmıştır.
- A convergent sequence is bounded.
- boundless
- sınırsız
- culture-bound
- kültür-bağlı
- earth bound
- toprak bağlı
- flight bound
- uçuş sahası
Yesterday a small explosion set off in a flight bound while a plane about to taken off.
- grid-bound
- şebekeye bağlanmış
- home-bound
- ev-bağlı
- homeward bound
- memleket yolunda
- leather-bound
- (Din) Deri kaplı
- membrane-bound
- (Biyoloji) Zarla çevrili, çevresi zar ile kaplanmış
An eukaryotic cell has a nucleus which is a membrane bound organalle.
- paper bound book
- Kağıt bağlı kitap
- paper bound copy
- Kağıt bağlı kopya
- peripheral bound
- çevresel donatı sinirlamali
- place bound
- yere bağlı
- re bound
- re bağlı
- snow bound
- kar bağlı
- spell bound
- büyülendi
- spiral bound
- spiral bağlı
- time bound
- zaman kısıtlamalı
- time bound
- zamana bağlı
- value-bound
- Değer bağımlı
The theory deserves to be defined as value-bound, if it treats the value judgements as part and parcel of its framework.
- work bound with another
- işe başka bir ile bağlı
- bind
- {f} (bound)
- bind
- {f} tutturmak
- bind
- bağlamak yerine tespit etmek
- bind
- bağlayan şey
- bind
- {f} sarmak
- bind
- {f} (dar bir giysi) rahatsız etmek, fazla sıkmak
- bind
- menetmek
- bind
- (fiil) bağlamak; ciltlemek; tutturmak, tutmak; engel olmak; usandırmak; donmak (beton), sarmak, sargılamak
- bind
- {f} usandırmak
- bind
- {f} donmak (beton)
- bind
- inkıbaz etmek
- bind
- bağla,v.bağla: n.bağ
- bind
- kenarını tutturmak ciltlemek
- bind
- bind over veya downmali kefaletle bağl
- bounded
- (sıfat) sınırlandırmış
- bounded
- {s} sınırlandırmış
- boundless
- {s} sonsuz
- boundlessly
- sınırsız bir şekilde
- boundlessly
- engin bir şekilde
- boundlessness
- (isim) enginlik