Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
- Her words were wholly void of meaning.
Ben tamamen sizinle aynı fikirde değilim.
- I don't wholly agree with you.
Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.
- There is nothing like a glass of beer after a whole day's work.
Eylül ayı itibarıyla tam bir yıldır onu tanıyoruz.
- By September I will have known her for a whole year.
Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.
- You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth.
Yeni Zelanda'nın tüm nüfusu 3.410.000 olup, bunun yedide biri Maori halkıdır.
- The whole population of New Zealand is 3,410,000, and one seventh of it are the Maori people.
Tamamen unutulduğunu düşünecek.
- He will think he has been completely forgotten.
Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
- Are you completely through with your homework?
Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
- Tom spent the whole day reading in bed.
Her cumartesi bütün evi temizleriz.
- Every Saturday we clean the whole house.
Sana tamamen katılıyorum.
- On the whole I agree with you.
Bu tamamen farklı bir mesele.
- That's a whole different matter.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
- The whole is greater than the sum of the parts.
Bütün takım için özür diledim.
- I apologized to the whole team.
Ben bütün haftayı yalnız geçirdim ve ben konuşmayı özledim.
- I spent the whole week alone, and I longed for conversation.
Prosedür doğru ve eksiksiz yürütülmelidir.
- The procedure must be executed correctly and completely.
Bunun için tam olarak hazır değilim.
- I'm not completely prepared for this.
O onun niçin kızdığını tam olarak anlamadı.
- He completely failed to understand why she got angry.
Tamamen ve tam anlamıyla sana âşığım.
- I'm totally and completely in love with you.
O bütünüyle yanlış değil.
- This isn't completely wrong.
Ben bütünüyle ciddiyim.
- I'm completely serious.
Biz düpedüz gafil avlandık.
- We were completely taken by surprise.
Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
- Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
Amcam hastalığından tamamıyla kurtuldu.
- My uncle has completely recovered from his illness.
Sağlığımı geri kazanmak tam bir yılımı aldı.
- It took me a whole year to recover my health.
Sen gençsin. Senin önünde sağlıklı bir hayat var.
- You're young. You have your whole life ahead of you.
Bütün toplum bu planın arkasında.
- The whole community is behind this plan.
Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
- Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
Eserleri bir bütün olarak ne iyi nede kötü.
- As a whole his works are neither good nor bad.
Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
- Karam is the best student in the whole school.
Büyük bir ateş bütün kasabayı kül haline getirdi.
- The big fire reduced the whole town to ashes.
Bütün köy yanıp kül oldu
- The whole village was consumed by the fire.
Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.
- I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
Ailesi için sağlıklı yemekler hazırlar.
- She prepares wholesome meals for her family.
Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.
- I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
I ate a fish whole!.
Whole of an ancient evil, I sleep sound.
I ate a whole fish.
Tom and Mary have been doing that their entire life.
- Tom and Mary have been doing that their whole life.
The river flooded the entire region.
- The river flooded the whole region.
... was something wholly new. ...