Geriye dönüp baktığında, Tom her iki kız kardeşle aynı zamanda flört etmemesi gerektiğini anladı.
- In retrospect, Tom realized he shouldn't have been dating both sisters at the same time.
Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.
- I like him, but at the same time I don't really trust him.
Onlar aynı anda Paris'e vardılar.
- They arrived in Paris at the same time.
Binadaki herkes aynı anda çıkışa yöneldi.
- Everybody in the building headed for the exits at the same time.
Birkaç dilde bir kitap yazıyorum ve aynı anda Tatoeba'nın ekranlarında dünyanın dört bir yanına yayınlıyorum.
- I am writing a book in several languages, and I simultaneously publish it on Tatoeba's screens all over the world.
Tom ve Mary aynı anda cevapladı.
- Tom and Mary answered simultaneously.
O bir bilim adamı ve aynı zamanda bir müzisyen.
- He is a scholar and a musician simultaneously.
Bir zamanlar, her sabah koşardım.
- At one time, I used to go jogging every morning.
O ada bir zamanlar Fransa tarafından yönetildi.
- That island was governed by France at one time.
... appearing simultaneously around the world. ...
... that live on more than one continent simultaneously. ...