Onlar arasında belirgin bir fark var.
 - There's a distinct difference between them.
Mary, Tom'un davranış ve iş alışkanlıklarındaki belirgin değişimi farketmişti.
 - Mary had noted a distinct change in Tom's behavior and work habits.
Tom'un sağ gözünün altında farklı bir yara izi vardı.
 - Tom has a distinctive scar under his right eye.
Onun farklı bir İngilizce aksanı var.
 - She has a distinct English accent.
Uzun boy, basketbolda bariz bir avantajdır.
 - Height is a distinct advantage in basketball.
O, sınıf ayrımlarının ortadan kaldırılmasını savundu.
 - He advocated abolishing class distinctions.
Bu ayrı bir olasılık.
 - That's a distinct possibility.