The girl standing over there is Mary.
- Orada ayakta duran kız Mary'dir.
The bus was so crowded that I was kept standing all the way to the station.
- Otobüs o kadar kalabalıktı ki istasyona kadar ayakta tutuldum.
I stood waiting for a bus.
- Otobüs beklerken ayakta durdum.
We stood looking at the beautiful scenery.
- Biz güzel manzaraya bakarak ayakta durduk.
Big changes are afoot.
- Büyük değişiklikler ayakta.
The train was so crowded that I had to stand up the whole trip.
- Tren o kadar kalabalıktı ki yolculuk boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
She had to stand in the train.
- O, trende ayakta durmak zorundaydı.
If you put your mind into your foot, it becomes the foot.
- Eğer zihninizi ayağınıza koyarsanız, o, ayak olur.
There are footprints of a cat on the table.
- Masanın üstünde bir kedinin ayak izleri var.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
There is no sense in standing when there are seats available.
- Koltuklar müsaitken ayakta durmanın anlamı yok.
She had to stand in the train.
- O, trende ayakta durmak zorundaydı.
The train was so crowded that I had to stand up the whole trip.
- Tren o kadar kalabalıktı ki yolculuk boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
After her glamorous performance , she received a standing ovation.
The conclusion reached by a study is People who think their feet are smelly, have smelly feet; people who think they aren't, don't.
- Bir çalışma ile ulaşılan sonuç ayaklarının pis koktuğunu düşünen insanların kötü kokan ayakları vardır; ayaklarının kötü kokmadığını düşünen insanların yoktur.
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
I don't want to step on Tom's toes.
- Tom'un ayak parmaklarına basmak istemiyorum.
They stepped on board the airplane.
- Onlar uçağa ayak bastılar.
Tom sat on the pier, dangling his feet in the water.
- Tom ayaklarını suya sarkıtarak iskelede oturdu.
Tom sat on the pier with his feet in the water.
- Tom ayakları suda iskelede oturdu.
I heard that they discovered the footprints of an abominable snowman in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerini Himalaya dağlarında keşfettiklerini duydum.
I heard that footprints of an abominable snowman were found in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerinin Himalaya dağlarında bulunduğunu duydum.
It's really difficult to survive in a big city like Tokyo without endebting oneself.
- Borca girmeden Tokyo gibi büyük bir şehirde ayakta kalmak zor.
Small businesses will have to tighten their belts to survive.
- Küçük işletmeler ayakta kalmak için kemerlerini sıkacaklar.
She left me standing there for two hours.
- O iki saat boyunca beni orada ayakta bıraktı.
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
The shoe fell off the horse's hoof.
- Ayakkabı atın toynağına düştü.
Throw away the chairs whose legs are broken.
- Ayakları kırık sandalyeleri at.
He did all the legwork.
- O, tüm ayak işlerini yaptı.