The discussions were long and sometimes bitter.
- Tartışmalar uzun ve bazen acıydı.
Instead, I will turn to a discussion of the two economic variables I defined a moment ago.
- Onun yerine az önce tanımladığım iki ekonomik değişkenin tartışmasına döneceğim.
I beat him completely in the debate.
- Tartışmada onu tamamen yendim.
It wasn't much of a debate.
- Büyük bir tartışma değildi.
After a long dispute the coal mines closed and the remaining miners were paid off.
- Uzun bir tartışmadan sonra kömür madenleri kapatıldı ve kalan madenciler işten çıkarıldılar.
That dispute has been settled once and for all.
- O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
I took sides with them in the argument.
- Ben, bu tartışmada onların yanında yer aldım.
I will marshal a fair amount of scientific data to support my argument.
- Benim tartışmayı destekleyecek adil bir miktar bilimsel veriyi sıralayacağım
I know better than to quarrel with her about trifles.
- Önemsiz şeyler hakkında onunla tartışmayacak kadar akıllıyım.
John had a violent quarrel with his wife.
- John, eşi ile şiddetli bir tartışma yaşadı.
Tom doesn't like controversy.
- Tom tartışmayı sevmez.
In spite of the controversy it aroused, the question still remains open.
- Onun yer verdiği tartışmaya rağmen, sorun hâlâ çözülmemiş kalmaya devam ediyor.
Conchita Wurst's selection for the Eurovision Song Contest 2014 sparked controversy in Austria.
- 2014 Eurovision Şarkı Yarışması için Conchita Wurst'un seçilmesi Avusturya'da tartışmalara yol açtı.
An altercation broke out between Dan and Linda.
- Dan ve Linda arasında bir tartışma patlak verdi.
An 18-year-old male is in hospital after an altercation at a party last night.
- 18 yaşındaki bir erkek, dün geceki bir partideki tartışmadan sonra hastanededir.
Some people hate to argue.
- Bazı insanlar tartışmaktan nefret ederler.
You'd better not argue with Tom.
- Tom'la tartışmasan iyi olur.
Perry became used to the loud deliberations.
- Perry yüksek sesle tartışmalara alıştı.
Quarrelling spoiled our unity.
- Tartışma birliğimizi bozdu.
Conchita Wurst's selection for the Eurovision Song Contest 2014 sparked controversy in Austria.
- 2014 Eurovision Şarkı Yarışması için Conchita Wurst'un seçilmesi Avusturya'da tartışmalara yol açtı.
My comment sparked off an argument in the group.
- Benim yorumum grupta bir tartışmayı ateşledi.
Tom doesn't want to argue with Mary.
- Tom Mary ile tartışmak istemiyor.
Some people hate to argue.
- Bazıları tartışmaktan nefret ederler.
I prefer not to discuss it here.
- Onu burada tartışmak istemiyorum.
Tom doesn't have anyone to discuss his problems with.
- Tom'un sorunlarını tartışmak için kimsesi yok.
I don't want to quarrel with you.
- Seninle tartışmak istemiyorum.
Please cease from quarreling.
- Lütfen tartışmaktan vazgeçin.
We don't have time to debate.
- Tartışmak için zamanımız yok.
I don't want to debate this.
- Bunu tartışmak istemiyorum.
There is something important I want to discuss with you.
- Seninle tartışmak istediğim önemli bir şey var.
There's something else I want to discuss with you.
- Seninle tartışmak istediğim başka bir şey var.
You aren't really going to argue with Tom, are you?
- Tom ile gerçekten tartışmayacaksın, değil mi?
Tom doesn't want to argue with Mary.
- Tom Mary ile tartışmak istemiyor.
I want to put an end to the quarrel.
- Ben tartışmaya bir son vermek istiyorum.
The couple was quarrelling and Chris knocked Beth down.
- Çift tartışıyordu ve Chris Beth'e vurup yere devirdi.
I beat him completely in the debate.
- Tartışmada onu tamamen yendim.
The eloquent scholar readily participated in the debate.
- Güzel konuşan bilim adamı kolayca tartışmaya katıldı.
He argued his daughter out of marrying Tom.
- O, Tom'la evlendiği için kızıyla tartıştı.
You'd better not argue with Tom.
- Tom'la tartışmasan iyi olur.
The dispute was finally settled.
- Tartışma sonunda halledildi.
Only after a long dispute did they come to a conclusion.
- Ancak uzun bir tartışmadan sonra bir sonuca vardılar.
I have something important to discuss with Tom.
- Tom'la tartışacak önemli bir şeyim var.
Tom has something to discuss with all of us.
- Tom'un hepimizle tartışacak bir şeyi var.
Parliamentary immunity is a controvertial issue.
- Parlamenter dokunulmazlık tartışmalı bir konudur.
I participated in the discussion.
- Ben tartışmaya katıldım.
Instead, I will turn to a discussion of the two economic variables I defined a moment ago.
- Onun yerine az önce tanımladığım iki ekonomik değişkenin tartışmasına döneceğim.
Conchita Wurst's selection for the Eurovision Song Contest 2014 sparked controversy in Austria.
- 2014 Eurovision Şarkı Yarışması için Conchita Wurst'un seçilmesi Avusturya'da tartışmalara yol açtı.
My comment sparked off an argument in the group.
- Benim yorumum grupta bir tartışmayı ateşledi.
Quarrelling spoiled our unity.
- Tartışma birliğimizi bozdu.
They are always quarrelling in public.
- Onlar her zaman toplum önünde tartışıyorlar.
Tom and Mary bicker all day long.
- Tom ve Mary bütün gün tartışırlar.
I see no reason to discuss it further.
- İlerde bunu tartışmak için sebep olmadığını anlıyorum.
Tom seldom wins arguments.
- Tom nadiren tartışmaları kazanır.
Tom usually wins arguments.
- Tom genellikle tartışmaları kazanır.
The discussions are ongoing.
- Tartışmalar devam ediyor.
The discussions are still in progress.
- Tartışmalar halen devam ediyor.
I don't really want to debate this.
- Gerçekten bunu tartışmak istemiyorum.
I don't want to debate this.
- Bunu tartışmak istemiyorum.