sık sık teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- often
She often eats breakfast there.
- O, kahvaltısını sık sık orada yer.
I often play tennis after school.
- Okuldan sonra sık sık tenis oynarım.
- frequently
Tom is frequently late for school.
- Tom sık sık okula geç kalır.
Tom frequently goes to Boston.
- Tom sık sık Boston'a gider.
- every so often
- time after time
- ever and none
- (Konuşma Dili) now and again
- continually
- again and again
- quite a bit
In Japan, it rains quite a bit during our rainy season which is from mid-June until mid-July.
- Japonya'da yağış mevsimi boyunca Haziran ayı ortalarından Temmuz ortasına kadar sık sık yağmur yağar.
Tom and I speak quite a bit.
- Tom ve ben sık sık konuşuruz.
- fast
- as often as not
As often as not, I lay awake all night.
- Sık sık bütün gece uyanık yattım.
- ofttimes
- 1. frequently, often. 2. close together
- more often than not
More often than not, students prefer club activities to academic classes.
- öğrenciler Sık sık kulüp etkinliklerini akademik derslere tercih edebilirler.
More often than not, he is late for school.
- Sık sık okula geç kalır.
- oft
I often play tennis after school.
- Okuldan sonra sık sık tenis oynarım.
She often eats breakfast there.
- O, kahvaltısını sık sık orada yer.
- frequently, often, time after time, again and again, times without number
- passim
- constantly
Could you please refrain from interrupting me constantly!
- Lütfen sık sık sözümü kesmekten kaçınır mısınız!
When you are constantly told no smoking, no smoking like that, you start thinking, maybe smoking really is a threat to public morals or something.
- Sana sık sık sigara içme,o şekilde sigara içme deniliyorsa, düşünmeye başla, belki sigara içmek toplum ahlakına ya da bir şeye yönelik tehdittir.
- over and over
- many a time
- repeatedly
- time and time again
- over and over again
- often and often
- many's the time
- often to
- frequently, often
- continual
- sık
- frequent
The teacher was worried by Tom's frequent absences from class.
- Öğretmen Tom'un sık sık derse gelmemesinden endişe duyuyordu.
Because she was out of the country, she used Skype frequently.
- O, ülke dışında olduğu için sık sık Skype kullandı.
- sık sık gidilen yer
- haunt
- sık sık gitmek
- haunt
- sık sık gitmek
- visit
- sık sık sallanmak
- bob
- sık sık uğramak
- haunt
- sık sık uğramak
- resort
- sık sık gidilen yer
- beaten track
- sık sık gidilen yer
- resort
- sık sık gidilen yer
- stamping ground
- sık sık gidilmeyen
- unfrequented
- sık sık gitmek
- habituate
- sık sık gitmek
- to frequent
- sık sık gitmek
- frequent
- sık sık içmek
- tipple
- sık sık iş değiştirme
- job hopping
- sık sık olan
- frequent
- sık sık olma
- frequentness
- sık sık olma
- frequency
- sık sık tekrarlanan
- everlasting
- sık
- often
I often play tennis after school.
- Okuldan sonra sık sık tenis oynarım.
He often eats breakfast there.
- O, kahvaltısını sıklıkla orada yer.
- sık
- closely
This is one of Boston's most closely guarded secrets.
- Bu, Boston’un en sıkı korunan sırlarından biridir.
This is one of Tatoeba's most closely guarded secrets.
- Bu, Tatoeba'nın en sıkı korunan sırlarından biridir.
- sık uğramak
- haunt
- en sık aranan yerler
- (Bilgisayar) favorite places
- sık
- close-timbered
- sık
- squeeze
I squeezed the juice out of the oranges.
- Portakalların suyunu sıktım.
She squeezed a lemon for tea.
- O, çay için bir limon sıktı.
- sık
- continual
- sık
- clasp
- sık
- embarrass
I never do anything embarrassing.
- Asla can sıkıcı bir şey yapmam.
She finds her parents embarrassing.
- Anne ve babasını can sıkıcı buluyor.
- sık
- clench
Tom clenched his fist.
- Tom onun yumruğunu sıktı.
Tom clenched his fists angrily.
- Tom yumruklarını öfkeyle sıktı.
- sık
- compact
Tom has a trash compactor.
- Tom'un bir çöp sıkıştırıcısı var.
- sık (orman)
- thick
- sık aranan yerler
- (Bilgisayar) favorite places
- sık damarlı
- close-grained
- sık düzen
- (İnşaat) close packing
- sık görülmeyen
- occasionally
- sık ilmekli
- fine-meshed
- sık kullanılan
- (Bilgisayar) favorite
- sık kullanılanlar
- (Bilgisayar) favorites
- sık olan
- thick
- sık taneli
- close-grained
- sık taneli
- close grained
- sık çalılık
- brushwood
- sık gözlü ağ
- common-eyed network
- sık olmak
- common to
- sık sorulan sorular
- Frequently Asked Questions, FAQ
They made a website for frequently asked questions about health.
- biraz dişini sık
- grin and bear it!
- en sık -e rastlanmak
- prevail among
- en sık esen rüzgarlar
- (Askeri) prevailing winds
- en sık yakınma
- (Tıp) chief complaint
- ince eleyip sık dokuma
- subtlety
- ince eleyip sık dokuma
- scrutiny
- ince eleyip sık dokumak
- scrutinize
- ince eleyip sık dokumak
- refine
- ince eleyip sık dokumak
- pick over
- ince eleyip sık dokumak
- split
- ince eleyip sık dokumak
- be too particular
- ince eleyip sık dokumak
- niggle
- ince eleyip sık dokumak
- sift
- ince eleyip sık dokumak
- be too fussy
- ince eleyip sık dokumak
- to split hairs
- ince eleyip sık dokumak
- fuss
- ince eleyip sık dokumak
- go through
- ince eleyip sık dokumak
- go over
Tom wanted to go over a few things with Mary.
- Tom Mary ile birlikte birkaç şeyi ince eleyip sık dokumak istedi.
- ince eleyip sık dokuyan
- picky
- ince eleyip sık dokuyan
- captious
- ince eleyip sık dokuyan kimse
- refiner
- ince eleyip/eğirip sık dokumak
- to work meticulously, do a very thorough job
- sık
- thickly
The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand.
- Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.
- sık
- (placing things) close together
- sık
- thick
The forest was thick and impenetrable.
- Orman sık ve aşılmazdı.
The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand.
- Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.
- sık
- close (weave, knit)
- sık
- dense, thick; frequent; closely; frequently
- sık
- frequently
Tom is frequently late for school.
- Tom sık sık okula geç kalır.
Tom frequently waits until the last minute to pay his bills.
- Tom faturasını ödemek için sıkı sık son dakikaya kadar bekler.
- sık
- placed or spaced close together; dense, thick
- sık
- dense
The man was hiding in a dense forest.
- Adam sık bir ormanda saklanıyordu.
- sık
- (weaving, knitting) closely
- sık
- close
Tom closed his eyes tightly.
- Tom gözlerini sıkıca kapattı.
Tom closed his eyes tightly and endured the pain.
- Tom gözlerini sık biçimde kapattı ve acıya dayandı.
- sık aralıklar
- frequent intervals
- sık ağaçlı
- thicketed
- sık ağaçlık
- thicket
- sık boğaz ederek
- importunely
- sık dikilmiş
- thickset
- sık dikilmiş
- (bitki) thickset
- sık dişini!
- (deyim) hang on there!
- sık dişini!
- (deyim) be patient!
- sık dişini!
- (deyim) grin and bear it!
- sık dişini!
- (deyim) hang in there!
- sık dişli
- small toothed
- sık dişli tarak
- small toothed comb
- sık dişli tarak
- toothcomb
- sık dokunmuş bez
- percale
- sık gidilen yer
- hangout
- sık gidilmeyen yer
- off the beated track
- sık görülen
- endemic
- sık idrara çıkma
- (Tıp) thamuria
- sık iksa
- (Madencilik) close timbering
- sık istiflenme
- (Kimya) close-packing
- sık işeme hastalığı
- micturition
- sık karakter
- (Matbaacılık, Basımcılık) condensed type
- sık kullanılır
- (Bilgisayar) used often
- sık kumaş
- (Tekstil) close fabric
- sık nefes almak
- breathe excessively
- sık noktalama
- close punctuation
- sık orman
- jungle
- sık orman
- dense forest
- sık orman aç
- (Bilgisayar) jungle open
- sık orman bip
- (Bilgisayar) jungle beep
- sık orman hata
- (Bilgisayar) jungle error
- sık orman kapat
- (Bilgisayar) jungle close
- sık orman soru
- (Bilgisayar) jungle question
- sık orman taşı
- (Bilgisayar) jungle move
- sık ormanlarla kaplı
- jungled
- sık palplanş
- close piling
- sık saç
- dense hair
- sık soluyan
- wind-broken
- sık söylenen söz
- commonplace
- sık yünlü bir koyun türü
- Cheviot
- sık çimen parçası
- hassock
- sık örülmüş
- well knit
- çok sık başım ağrıyor
- I get headaches often
- ünlülerden sık sık bahsetme
- name dropping