Eski kale harabeye dönmüştü.
- The old castle lay in ruins.
Binlerce bina harabelerde yatıyordu.
- One thousand buildings lay in ruins.
Senin için günü mahvetmek istemedim.
- I didn't want to ruin the day for you.
Onun gününü mahvetmek istemediğim için Tom'a ondan bahsetmedim.
- I didn't tell Tom about it because I didn't want to ruin his day.
Uzaktaki antik kalıntıları görebilirsiniz.
- You can see the ancient ruins in the distance.
Kalıntılar görülmeye değerler.
- The ruins are worth visiting.
Kalıntılar görülmeye değerler.
- The ruins are worth visiting.
Bu kalıntılar hakkında daha fazla bilmek istiyorsan, bir arkeoloğa sormalısın.
- If you want to know more about these ruins, you should ask an archaeologist.
Tom'un tatilini bozmak istemiyorum.
- I don't want to ruin Tom's holiday.
Sana daha önce söylerdim ama akşam yemeğini bozmak istemedim.
- I would've told you earlier, but I didn't want to ruin dinner.
Anı berbat etmek zorundaydın, değil mi?
- You had to ruin the moment, didn't you?
O beni mali yıkıma götürdü.
- He led me to financial ruin.
Tom onu çok sıcak olan suda yıkayarak en sevdiği gömleğini mahvetti.
- Tom ruined his favorite shirt by washing it in water that was too hot.
Başka herkes için onu mahvedenler sizin gibi insanlar.
- It's people like you who are ruining it for everyone else.
Eski hisarın kalıntılarına bakıyorduk.
- We were looking at the ruins of the old fortress.
Bu kalıntılar hakkında daha fazla bilmek istiyorsan, bir arkeoloğa sormalısın.
- If you want to know more about these ruins, you should ask an archaeologist.
Ülkemizi tahrip edenler senin gibi insanlar.
- It's people like you who are ruining our country.
Onlar enkaz arasında ceset arıyorlar.
- They were hunting for bodies among the ruins.
Tembellik yıkıma yol açar.
- Idleness leads to ruin.
O beni mali yıkıma götürdü.
- He led me to financial ruin.
Arkeolog eski Roma harabeleri üzerinde çalışıyor.
- The archaeologist is studying old Roman ruins.
Harabeler gerçekten muhteşem.
- The ruins are truly magnificent.
Onun işinin iflasın eşiğinde olduğunu duyuyorum.
- I hear his business is on the verge of ruin.
In one way, indeed, he bade fair to ruin us; for he kept on staying week after week, and at last month after month, so that all the money had been long exhausted.
The monastery has fallen into ruin.
My car breaking down just as I was on the road ruined my vacation.
He ruined his new white slacks by accidentally spilling oil on them.