Hundreds of years ago, married Japanese women would blacken their teeth to beautify themselves.
- Yüzyıllar önce evli Japon kadınlar kendilerini güzelleştirmek için dişlerini karartırlardı.
Do not prettify the violence!
- Şiddeti güzelleştirmeyin!
It smelled really good.
- Gerçekten güzel koktu.
This sure tastes good!
- Gerçekten güzel bir tadı var.
We had a lovely meal.
- Biz güzel bir yemek yedik.
Because you're a sweet and lovely girl.
- Çünkü sen tatlı ve güzel bir kızsın.
Today was a pleasant day.
- Bugün güzel bir gündü.
It is very pleasant to cross the ocean by ship.
- Gemi ile okyanusu geçmek çok güzel.
Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting.
- İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.
I am more beautiful than you.
- Ben senden daha güzelim.
I found at my elbow a pretty girl.
- Yanı başımda güzel bir kız buldum.
Trang is as pretty as Dorenda.
- Trang Dorenda kadar güzeldir.
It must be nice to have friends in high places.
- Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
The style is nice, but do you have it in a different color?
- Tarz güzel, ama farklı bir renginiz var mı?
The island has a fine harbor.
- Adanın güzel bir limanı var.
He wrote a fine preface to the play.
- O, oyun için güzel bir önsöz yazdı.
She's smarter than Mary, but not as beautiful.
- O, Mary'den daha akıllı fakat onun kadar güzel değil.
Mary is not only beautiful, she's smart, too.
- Mary sadece güzel değil, o akıllı da.
Japan is famous for her scenic beauty.
- Japonya manzara güzelliğiyle ünlüdür.
How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon?
- Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?
It is likely to be fine tomorrow.
- Yarın hava muhtemelen güzel olacak.
He had handsome dark eyes with long lashes.
- Onun uzun kirpikli güzel koyu gözleri vardı.
A very handsome prince met an exceptionally beautiful princess.
- Çok yakışıklı bir prens istisnai güzel bir prensesle tanıştı.
She played the piano beautifully.
- O, güzelce piyano çaldı.
She writes beautifully.
- O güzel şekilde yazar.
Well, the night is quite long, isn't it?
- Güzel, gece çok uzun, değil mi?
Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting.
- İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.
The beautiful girl with black hair was in the park.
- Siyah saçlı güzel kız parkta idi.
The beautiful French language is lost.
- Güzel Fransızca lisanı kayboldu.
Tom was nicely dressed.
- Tom güzel giyinmişti.
Tom's creative thinking nicely complemented Mary's organizational talents.
- Tom'un yaratıcı düşüncesi Mary'nin örgütsel yeteneklerini güzelce tamamladı.
One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day.
- Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.
I can't help but feel like the ending of Breaking Bad was ridiculously rushed, still an amazing show but it could've been better.
- Kendimi Breaking Bad'in sonunun gülünç bir şekilde aceleye getirildiğini düşünmekten alıkoyamıyorum - yine de çok güzel bir dizi ama daha iyi olabilirdi.
Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind.
- Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.
How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon?
- Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?
The Avenue of the Champs Elysées is very beautiful and very elegant.
- Şanzelize Caddesi çok güzel ve çok şıktır.
The most beautiful flowers have the sharpest thorns.
- En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.
A pretty girl like you will definitely be noticed.
- Senin gibi güzel bir kız kesinlikle fark edilir.
You're definitely prettier than Mary.
- Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.
He wants to meet that good-looking girl.
- Güzel bir kızla tanışmak istiyor.
That girl is good-looking.
- O kız güzel görünümlü.
She has beautiful rosy cheeks.
- Onun güzel al yanakları var.
She is beautiful, and what is more, very graceful.
- O güzel ve ayrıca çok zarif.
Ice skating can be graceful and beautiful.
- Buz pateni zarif ve güzel olabilir.
Life isn't fair, but it's still good.
- Yaşam adil değil ama hala güzel.
After the rain, fair weather.
- Yağmurdan sonra, güzel hava.
My grandfather goes for a walk on fine days.
- Dedem güzel günlerde yürüyüşe gider.
I have three beautiful granddaughters.
- Üç tane güzel kız torunum var.
Mary is stunningly beautiful.
- Mary şaşırtıcı bir şekilde güzel.
She is stunningly good-looking.
- O şaşırtıcı bir şekilde güzeldir.
She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful.
- O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.
Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive.
- Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.
You're prettier than her.
- Sen ondan daha güzelsin.
She is getting prettier and prettier.
- Gittikçe güzelleşiyor.
That lady is very good looking.
- O hanım çok güzel gözüküyor.
This woman is very good looking.
- Bu kadın çok güzel görünüyor.
Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast.
- Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.
The cheesecake tasted too sweet.
- Peynirli kekin tadı çok güzeldi.
Because you're a sweet and lovely girl.
- Çünkü sen tatlı ve güzel bir kızsın.
It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting.
- Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.
Attendance should be good provided the weather is favorable.
- Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.