gözleri teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- göz
- eye
When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride.
- O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı.
I closed my eyes to calm down.
- Sakin olmak için gözlerimi kapattım.
- gözleri parlamak
- beam
- gözleri yaşlı
- lachrymose
- gözleri dolmak
- Have one's eyes full with tears
- gözleri sulanmak
- to irrigate the eyes
- gözleri üzerine çekmek
- To take on the eyes
- gözleri bayram etmek
- feast one's eyes on
- gözleri bayılmak
- for one's eyes to have a sleepy or desirous look
- gözleri bağlı
- blindfold
He played the Liszt sonata blindfolded.
- O, Liszt sonatını gözleri bağlı çaldı.
- gözleri bağlı olarak
- blindfold
- gözleri buğulanmak/bulutlanmak
- for one's eyes to fill with tears
- gözleri büyümek
- to open one's eyes wide (in surprise, with terror)
- gözleri fal taşı gibi açılmak
- to be moon-eyed
- gözleri faltaşı gibi
- moon eyed
- gözleri faltaşı gibi açılmak
- be pop eyed
- gözleri faltaşı gibi açılmış
- saucer eyed
- gözleri faltaşı gibi açılmış
- wide-eyed
- gözleri kapanmak
- catch some shuteye
- gözleri parlamak
- eyes be bright with desire
- gözleri parlamak
- beam upon smb
- gözleri parlamak
- beam on smb
- gözleri yaşarmak
- (eyes) to fill with tears
- gözleri yuvalarından fırlamak
- be pop eyed
- gözleri yuvalarından fırlamak
- to smolder
- gözleri çakmak çakmak olmak
- for one's eyes to be bloodshot
- gözleri çakmak çakmak olmuş kimse
- dragon
- gözleri çekik
- having slanting eyes, slant-eyed
- gözleri çukura gitmek/kaçmak
- to become hollow-eyed
- göz
- cell
- araçlarda kedi gözleri
- (Biyoloji) automotive reflectors
- göz
- (Bilgisayar) cell spreadsheet
- göz
- (İnşaat) niche
- göz
- look
I really look forward to your visit in the near future.
- Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.
It looks like it's going to rain.
- Yağmur yağacak gibi gözüküyor.
- göz
- locker
- göz
- spring
I'm looking forward to the return of spring.
- Baharın gelişini dört gözle bekliyorum.
- göz
- glance
I glanced at his letter.
- Onun mektubuna göz attım.
I glanced through the brochure.
- Broşüre hızla göz atmak.
- göz
- section
- göz
- subterranean
- göz
- drawer
Tom looked through the drawers.
- Tom çekmeceleri gözden geçirdi.
- göz
- optic
The use of optical instruments with this product will increase eye hazard.
- Bu ürünle birlikte optik aletlerin kullanımı göz tehlikesini artıracaktır.
- göz
- to eye
- göz
- browses
- göz
- opthalmic
- Göz
- (Tıp) ophthalmus
- açlıktan gözü/gözleri kararmak
- to starve, to be famished
- açlıktan gözü/gözleri kararmak/dönmek
- to be very hungry, be starving, be famished
- cihaz monte gözleri
- (Otomotiv) body dash and cowl
- göz
- cubicle
- göz
- ophthalmic
- göz
- eye (on a potato)
- göz
- ocular
- göz
- drawer (in a piece of furniture)
- göz
- bad luck inflicted by an evil eye
- göz
- eye (in cheese); hole (in bread)
- göz
- fountainhead, source (of a stream or river); spring
- göz
- cubby
- göz
- eye (of a needle)
- göz
- orbital
- göz
- desire, interest
- göz
- eye; sight; cell
- göz
- cuddy; eyehole
- göz
- esteem, favor, friendly regard
- göz
- optical
The use of optical instruments with this product will increase eye hazard.
- Bu ürünle birlikte optik aletlerin kullanımı göz tehlikesini artıracaktır.
- göz
- eye, the depression at the calyx end of some fruits
- göz
- evil eye
- göz
- eye; glance, look; compartment, section, division; drawer, locker; (ağ) mesh; spring, source; bud
- göz
- opto
- göz
- central core (of a boil)
- göz
- division, section, compartment; pigeonhole; cubbyhole
- göz
- eye, manner or way of looking at a thing; estimation; opinion
- göz
- sight, vision
- göz
- cubbyhole
- göz
- rudimentary bud
- göz
- orb
Astronomers have observed sixty-two moons orbiting Saturn.
- Astronomlar, Satürn'ün yörüngesinde altmış iki tane uydu gözlemlediler.
- göz
- pan (of a balance)
- göz
- compartment
Tom opened the glove compartment and took out his registration.
- Tom torpido gözünü açtı ve ruhsatını çıkardı.
Tom searched the glove compartment for a map.
- Tom harita için torpido gözünü aradı.
- göz
- section, division, square (on a game board)
- göz
- small hole (as in a needle); optic; blinker; orbit
- göz
- {i} orbit
Astronomers have observed sixty-two moons orbiting Saturn.
- Astronomlar, Satürn'ün yörüngesinde altmış iki tane uydu gözlemlediler.
- göz
- whammy
- göz
- {i} sight
He hid his dictionary out of sight.
- O, gözden uzak bir yere sözlüğünü sakladı.
We lost sight of him.
- Onu gözden kaybettik.
- göz
- {i} blinker
Why do horses wear blinkers?
- Atlar neden at gözlükleri takarlar?
- göz
- {i} cuddy
- göz
- peeper
- göz
- {i} glim
In looking through the mist, I caught a glimpse of my future.
- Sis perdesinin arasından, kendi geleceğim gözüme ilişti.
It's still impossible with the naked eye. With binoculars you might be able to glimpse it....
- Çıplak gözle hâlâ imkansız. Ona dürbünle bakabilirsin.
- göz
- loculus
- göz
- {i} eyehole
- kedi gözleri
- safety reflectors