içinde

listen to the pronunciation of içinde
Turkish - English
within

She will be back within a week. - O bir hafta içinde geri dönecek.

Within hours, many of the other banks had to close. - Saatler içinde, diğer bankaların çoğu kapanmak zorundaydı.

in
aboard
deep down

He'll never show it, but I think that deep down, he's seriously worried. - Hiçbir zaman bunu belli etmeyecek ama içinden ciddi bir şekilde endişeli olduğunu düşünüyorum.

inly
intro-
from within
withinside
wherein
inclusive of
contained

The boy found the big box contained nothing but old newspapers. - Çocuk, içinde eski gazetelerden başka hiçbir şey içermeyen büyük bir kutu buldu.

The box Tom gave me contained potatoes. - Tom'un bana verdiği kutunun içinde patates vardı.

including
intra-
hence
on
inside

Tom felt comfortable inside his sleeping bag. - Tom uyku tulumunun içinde rahat hissetti.

There are two zombies inside my house. - Evimin içinde iki tane zombi var.

among

Our governments have become space aliens living among a human population. - Hükümetlerimiz insan nüfusu içinde yaşayan uzaylılar haline geldi.

I lost him among the crowd. - Onu kalabalığın içinde kaybettim.

among: Misafirlerin içinde üç psikiyatr vardı. Among the guests were three psychiatrists. Böyle insanlar içinde yaşamak onların hoşuna gidiyor. They like living among such people
in; within; included, including; aboard, on
therein
inside, within, in: Evin içinde saklandı. He hid inside the house. Kütüphane içinde ıslık çalınmaz! You don't whistle in a library! Bahçe içinde, güzel bir ev. It's a beautiful house, set in a garden
inside of

There were many books inside of that box. - O kutunun içinde birçok kitap vardı.

Outside of a dog, a book is man's best friend. Inside of a dog, it's too dark to read. - Bir köpeğin dışında, bir kitap insanın en iyi arkadaşıdır. Bir köpeğin içinde, okumak için çok karanlıktır.

included

We are all witnessed the unlucky incident included Tom. - Tom’un da içinde olduğu talihsiz bir olaya hepimiz tanık olduk.

full of: Yollar çamur içinde. The roads are very muddy. Eşyalar toz içindeydi. The furniture was thick with dust
within, in the space of, before the end of, inside, inside of (a period of time): Bu iş bir yıl içinde bitmez. This job won't finish within a year
amongst
under, given: Bu şartlar içinde başka ne yapabilirim? Given these conditions, what else can I do?
sub

The new subway enables me to get to school in 20 minutes. - Yeni metro 20 dakika içinde okula gitmemi sağlamaktadır.

I like English the best of all the subjects. - Tüm konuların içinde en çok İngilizceyi severim.

ben

She bent her head in shame. - O utanç içinde başını eğdi.

ınside

Outside of a dog, a book is man's best friend. Inside of a dog, it's too dark to read. - Bir köpeğin dışında, bir kitap insanın en iyi arkadaşıdır. Bir köpeğin içinde, okumak için çok karanlıktır.

The letter is inside the envelope. - Mektup zarfın içinde.

in the

Was there fresh bread in the box? - Kutunun içinde taze ekmek var mıydı?

In the next four years, €15,000,000,000 must be saved. - Gelecek dört yıl içinde, 15 milyar euro biriktirilmeli.

is in
endo
interior

He made over the interior of his house. - O, evinin içini yeniletti.

She has aspirations to become an interior decorator. - Onun iç dekaratör olma özlemleri var.

{s} domestic

Do you have a cheap flight ticket on a domestic line? - İç hatlarda ucuz bir uçak biletiniz var mı?

The Government's domestic policy was announced. - Hükümetin iç politikası açıklandı.

inner

I had my wallet stolen from my inner pocket. - İç cebimden cüzdanımı çaldırdım.

Music is inner life, and he will never suffer loneliness who has inner life. - Müzik iç yaşamdır. İç yaşamı olan asla yalnızlık çekmeyecek.

{s} internal

We dissected a frog to examine its internal organs. - Bir kurbağayı, iç organlarını incelemek için kesip parçalara ayırdık.

Tom is bleeding internally. - Tom'un iç kanaması var.

içinde
(Bilgisayar) open in
içinde bul
(Bilgisayar) find in
içinde bulunan
(İnşaat) intrinsic
içinde bulunma
(Felsefe) inclusion
içinde bulunmak
included
içinde bulunmak
be included
içinde kalmak
(deyim) engulf in
içinde olmak
included
içinde olmak
be included
içinde olmak
be implicit in
içinde ortala
(Bilgisayar) selection
içinde yaşanmaz
uninhabitable
içinde yüzmek
wallow in
içinde bulunduğumuz günde
we are in a day
içinde bulunma
in the presence
içinde bulunulan zaman
within the time
içinde fırtına kopmak
there is a a storm inside of me
içinde fırtına kopmak
feel enthusiasm
içinde kalmak
stuck in

i am stuck in the elevator - asansörün içinde kaldım.

içinde maya bulunmayan
not found in yeast
içinde boğulmak
be swamped with
içinde kaybolmak
1. to vanish within (a place). 2. to be practically unnoticeable in. 3. (for an article of clothing) to be much too big for, swallow: Servet, Semih'in eski trençkotu içinde kayboldu. Semih's old trench coat swallowed Servet
içinde kısayol
(Bilgisayar) shortcut to in
içinde mevcut
inherent
içinde olmak
come to
içinde olmak
to be included
içinde oturulabilir
inhabitable
içinde var olan
in-built
içinde yaşanabilir
livable in
içinde yuvarlanmak
welter
içinde yüzmek
roll in
içinde yüzmek
1. to be full of; to be covered in or with, be thick with: Şakir bit içinde yüzüyor. Şakir's covered with lice. 2. to have a great deal of, wallow in, swim in (wealth): Nazlı para içinde yüzüyor. Nazlı's wallowing in money. 3. (for an article of clothing) to be far too big for, swallow: O ceketin içinde yüzüyorsun. That sports coat swallows you
içinde, içerisinde
(Hukuk) within
{i} inside

Yuriko, a marine biology grad student, fell asleep inside a fish tank and awoke covered in octopuses and starfish. - Yuriko deniz biyolojisinden mezun bir öğrenci, bir balık tankının içinde uykuya daldı ve ahtapotlar ve deniz yıldızları ile kaplı olarak uyandı.

I opened the box and looked inside. - Kutuyu açtım ve içine baktım.

intrinsic
merak içinde
anxious
kanlar içinde kalmak
be drenched in blood
gizlilik içinde
under wraps
hepsi içinde
(Ticaret) all-inclusive
interrior
refah içinde
affluent
telaş içinde
in a hurry
zaman içinde
(deyim) in due course
beklenti içinde olmak
anticipate
-in içinde
inside of
-ki içinde
in what
-ki içinde
of what
acele içinde olan
hurried
adres içinde
(Bilgisayar) inside address
ahenk içinde
in harmony
alevler içinde
afire
anlaşma içinde
concurrent
aralık içinde
(Bilgisayar) in range
az zaman içinde
soon
barış içinde
peacefully
barış içinde
in peace
beklenti içinde olmak
hope
beklenti içinde olmak
expect
birlik içinde
in concert
bu hafta içinde
later this week
bu süre içinde
in the meantime
bu yıl içinde
later this year
bunların içinde
among these
cam içinde
(Gıda) in vitro
canlı içinde
(Gıda) in vivo
dehşet içinde
in dismay
dehşet içinde
aghast
dehşet içinde
with dismay
durgunluk içinde enflasyon
stagflation
duvarlar içinde
intramural
endişe içinde
in a sweat
endişe içinde
on tenterhooks
ev içinde olan
indoor
evin içinde
in the house
eşgüdüm içinde
in coordination
gemi içinde
shipboard
gemi içinde
on ship
gemi içinde
amidships
gereksinim içinde olmak
be in need of
grup içinde
in group
gölgeler içinde
shady
gün içinde
today
hafta içinde
during the week
hakaret etmek herkesin içinde
affront
hepsi içinde
in all
heyecan içinde
astir
huzur içinde
at peace
ilişki içinde
of relevance
in içinde
inside of
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

The doctor used X-rays to examine my stomach. - Doktor midemi incelemek için X-ışınları kullandı.

The stomach is one of the internal organs. - Mide iç organlardan birisidir.

indoor

Catherine stayed indoors because it was raining. - Yağmur yağdığı için Catherine içerde kaldı.

Keep the kids indoors. - Çocukları içeride tutun.

içinde sikiş
(Ev ile ilgili) subject is not pertinent to the conversation
içinde sikiş
(Ev ile ilgili) not relevant to the topic at hand
içinde sikiş
(Ev ile ilgili) diverting the conversation with an off-topic subject
kan ter içinde
in a sweat
kendi içinde
in itself

This substance is not poisonous in itself. - Bu madde kendi içinde zehirli değildir.

Technology is in itself meaningless unless it serves mankind. - Teknoloji insanlığa hizmet etmedikçe kendi içinde anlamsızdır.

ki içinde
wherein
kist içinde bulunan tümör
(Tıp) encysted tumor
kriz içinde
crisis ridden
merak içinde bırakmak
worry
merak içinde olan
worried
mücadele içinde
in struggle
nur içinde yat
rest in peace
patlama içinde olmak
boom
saygı içinde
reverentially
sefalet içinde
wretchedly
servet içinde yüzmek
wallow in wealth
stres içinde
tense
süresi içinde
within
süreç içinde
(Ticaret) in process
tepsi içinde
(Bilgisayar) in tray
ter içinde kalmak at
lather
tereddüt içinde
reluctantly
tereddüt içinde
undecided
tümü içinde
(Bilgisayar) all in
uygunluk içinde
(Kanun) in conformity with
uyum içinde
harmonizing
uyum içinde
harmonizingly
uyum içinde
compatible
uyum içinde
accordantly
uyum içinde
in accord
uyum içinde
in concert
yoksulluk içinde
in poverty
yurt içinde üretilen
(Gıda) home-grown
ülke içinde
(Ticaret) domestically
ızdırap içinde
in pain
şüphe içinde
skeptical
şüphe içinde
suspicious
{f} swig

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

in
knock back
{i} within

Truman arrived at the White House within minutes. - Truman, Beyaz Saray'a dakikalar içinde ulaştı.

She will return within an hour. - O bir saat içinde geri dönecektir.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

Do you have alcohol-free drinks? - Alkolsüz içecekleriniz var mı ?

Most Japanese drink water from the tap. - Çoğu Japon, suyu musluktan içer.

quaff
{f} drinking

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

Too much drinking will make you sick. - Çok fazla içmek seni hasta edecek.

drank

After taking a bath, I drank some soft drink. - Duş aldıktan sonra biraz meşrubat içtim.

John drank many bottles of wine. - John birçok şişe şarap içti.

stuffing
bowels
arayış içinde
In pursuit of ..., in search of ..., in quest for
kan revan içinde
covered with blood
kan revan içinde
bleeding profusely
panik içinde
panic
su içinde easily
at least
uzun zaman içinde gerçekleşen
to take place over a period of timeto develop graduallygradual developmentslow progress/to progress slowly
şatafatla, lüks içinde
with luxury, in luxury
aracın içinde olan, aracın içinde olma hali
(Askeri) inboard
gelecek ay içinde
(Ticaret) proximo
gözyaşları içinde
in tears
iki gün içinde
within the next two days
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

You need to look inward. - İçeriye bakman gerek.

We have become an intolerant, inward-looking society. - Biz hoşgörüsüz, içe dönük bir toplum olduk.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

Tom doesn't have the guts to do that. - Tom'un onu yapmak için cesareti yok.

No one seems to have the guts to do that anymore. - Artık hiç kimsenin onu yapmak için cesareti var gibi görünmüyor.

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

It prevented a civil war. - Bu bir iç savaş engelledi.

There was a danger of civil war. - Bir iç savaş tehlikesi vardı.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

Tom grabbed his mug and walked into the kitchen to get a refill. - Tom kupasını aldı ve yeniden doldurmak için mutfağa gitti.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

She doesn't drink enough breast milk. - O yeterince anne sütü içmiyor.

I'd like to have a test for breast cancer. - Göğüs kanseri için bir test yaptırmak istiyorum.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

Turkish - Turkish
Süresince, zarfında: "Bu yarım saat içinde evde neler geçti?"- Y. Z. Ortaç
Ortamında
Kendisinden önceki söze "çok" anlamını katar
Ortamında: "Dünya atom çağında, biz hâlâ medeniyet kavgası içindeyiz."- F. R. Atay
Süresince, zarfında
içinde patlamak
(Ev ile ilgili) (Argo) Planlanan birşey yolunda gitmemek, başarısız olmak
kan ter içinde kalmak
(deyim) Yaptığı iş nedeniyle çok yorulmak ve ter içinde kalmak
Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Lütfen muhtevayı gözden geçiriniz ve herhangi bir mütenasip geri bildirimi veriniz. - Lütfen içeriği gözden geçiriniz ve herhangi uygun bir geri bildirim veriniz.

Portakallar yüksek vitamin muhtevasına sahiptir. - Portakalların yüksek vitamin içeriği vardır.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR
İçinde
içre
İçinde
(Hukuk) ZARFINDA
içinde
Favorites