i̇çinde

listen to the pronunciation of i̇çinde
Turkish - English

Definition of i̇çinde in Turkish English dictionary

içinde
within

She will be back within a week. - O bir hafta içinde geri dönecek.

I will answer within three days. - Üç gün içinde cevap vereceğim.

içinde
in
interior

He studied interior decoration. - O, iç dekorasyon eğitimi aldı.

Tom is an interior designer. - Tom bir iç mimar olmak istedi.

{s} domestic

I prefer to buy domestic rather than foreign products. - Yabancı ürünler yerine yerli ürünler almayı için tercih ederim.

My father is a pilot on the domestic line. - Babam iç hatlarda çalışan bir pilot.

inner

He looked confident but his inner feelings were quite different. - Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.

I had my wallet stolen from my inner pocket. - İç cebimden cüzdanımı çaldırdım.

{s} internal

Tom is bleeding internally. - Tom'un iç kanaması var.

The ministry administers the internal affairs. - Bakanlık iç işlerini yönetir.

içinde
aboard
içinde
deep down

He'll never show it, but I think that deep down, he's seriously worried. - Hiçbir zaman bunu belli etmeyecek ama içinden ciddi bir şekilde endişeli olduğunu düşünüyorum.

içinde
inly
içinde
intro-
içinde
from within
içinde
withinside
içinde
wherein
içinde
inclusive of
içinde
contained

The box Tom gave me contained potatoes. - Tom'un bana verdiği kutunun içinde patates vardı.

The boy found the big box contained nothing but old newspapers. - Çocuk, içinde eski gazetelerden başka hiçbir şey içermeyen büyük bir kutu buldu.

içinde
including
içinde
intra-
içinde
hence
içinde
on
içinde
inside

Yuriko, a marine biology grad student, fell asleep inside a fish tank and awoke covered in octopuses and starfish. - Yuriko deniz biyolojisinden mezun bir öğrenci, bir balık tankının içinde uykuya daldı ve ahtapotlar ve deniz yıldızları ile kaplı olarak uyandı.

The letter is inside the envelope. - Mektup zarfın içinde.

içinde
among

Our governments have become space aliens living among a human population. - Hükümetlerimiz insan nüfusu içinde yaşayan uzaylılar haline geldi.

It is painful for me to see the name of the traitor among other names in the same sentence. - Aynı cümle içinde diğer adların arasında hainin adını görmek benim için acı verici.

içinde
among: Misafirlerin içinde üç psikiyatr vardı. Among the guests were three psychiatrists. Böyle insanlar içinde yaşamak onların hoşuna gidiyor. They like living among such people
içinde
in; within; included, including; aboard, on
içinde
therein
içinde
inside, within, in: Evin içinde saklandı. He hid inside the house. Kütüphane içinde ıslık çalınmaz! You don't whistle in a library! Bahçe içinde, güzel bir ev. It's a beautiful house, set in a garden
içinde
inside of

You really have to control your jealousy. It's like a beast inside of you. - Gerçekten kıskançlığını kontrol etmek zorundasın. O senin içindeki bir canavar gibidir.

There were many books inside of that box. - O kutunun içinde birçok kitap vardı.

içinde
included

We are all witnessed the unlucky incident included Tom. - Tom’un da içinde olduğu talihsiz bir olaya hepimiz tanık olduk.

içinde
full of: Yollar çamur içinde. The roads are very muddy. Eşyalar toz içindeydi. The furniture was thick with dust
içinde
within, in the space of, before the end of, inside, inside of (a period of time): Bu iş bir yıl içinde bitmez. This job won't finish within a year
içinde
amongst
içinde
under, given: Bu şartlar içinde başka ne yapabilirim? Given these conditions, what else can I do?
içinde
sub

There are subcultures within cultures. - Kültürler içinde alt kültürler vardır.

We are in agreement on this subject. - Bu konuda anlaşma içindeyiz.

{i} inside

I opened the box and looked inside. - Kutuyu açtım ve içine baktım.

Yuriko, a marine biology grad student, fell asleep inside a fish tank and awoke covered in octopuses and starfish. - Yuriko deniz biyolojisinden mezun bir öğrenci, bir balık tankının içinde uykuya daldı ve ahtapotlar ve deniz yıldızları ile kaplı olarak uyandı.

intrinsic
merak içinde
anxious
kanlar içinde kalmak
be drenched in blood
gizlilik içinde
under wraps
hepsi içinde
(Ticaret) all-inclusive
interrior
içinde
ben

She bent her head in shame. - O utanç içinde başını eğdi.

refah içinde
affluent
telaş içinde
in a hurry
zaman içinde
(deyim) in due course
beklenti içinde olmak
anticipate
-in içinde
inside of
-ki içinde
in what
-ki içinde
of what
acele içinde olan
hurried
adres içinde
(Bilgisayar) inside address
ahenk içinde
in harmony
alevler içinde
afire
anlaşma içinde
concurrent
aralık içinde
(Bilgisayar) in range
az zaman içinde
soon
barış içinde
peacefully
barış içinde
in peace
beklenti içinde olmak
hope
beklenti içinde olmak
expect
birlik içinde
in concert
bu hafta içinde
later this week
bu süre içinde
in the meantime
bu yıl içinde
later this year
bunların içinde
among these
cam içinde
(Gıda) in vitro
canlı içinde
(Gıda) in vivo
dehşet içinde
in dismay
dehşet içinde
aghast
dehşet içinde
with dismay
durgunluk içinde enflasyon
stagflation
duvarlar içinde
intramural
endişe içinde
in a sweat
endişe içinde
on tenterhooks
ev içinde olan
indoor
evin içinde
in the house
eşgüdüm içinde
in coordination
gemi içinde
shipboard
gemi içinde
on ship
gemi içinde
amidships
gereksinim içinde olmak
be in need of
grup içinde
in group
gölgeler içinde
shady
gün içinde
today
hafta içinde
during the week
hakaret etmek herkesin içinde
affront
hepsi içinde
in all
heyecan içinde
astir
huzur içinde
at peace
ilişki içinde
of relevance
in içinde
inside of
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

They took Tom to the hospital to have his stomach pumped because he ate something poisonous. - Zehirli bir şey yediği için, onlar Tom'u midesini pompalatmak için hastaneye götürdüler.

The stomach is one of the internal organs. - Mide iç organlardan birisidir.

indoor

Catherine stayed indoors because it was raining. - Yağmur yağdığı için Catherine içerde kaldı.

Keep the kids indoors. - Çocukları içeride tutun.

içinde aç
(Bilgisayar) open in
içinde bul
(Bilgisayar) find in
içinde bulunan
(İnşaat) intrinsic
içinde bulunma
(Felsefe) inclusion
içinde bulunmak
included
içinde bulunmak
be included
içinde kalmak
(deyim) engulf in
içinde olmak
included
içinde olmak
be included
içinde olmak
be implicit in
içinde ortala
(Bilgisayar) selection
içinde yaşanmaz
uninhabitable
içinde yüzmek
wallow in
iş içinde sikiş
(Ev ile ilgili) subject is not pertinent to the conversation
iş içinde sikiş
(Ev ile ilgili) not relevant to the topic at hand
iş içinde sikiş
(Ev ile ilgili) diverting the conversation with an off-topic subject
kan ter içinde
in a sweat
kendi içinde
in itself

Technology is in itself meaningless unless it serves mankind. - Teknoloji insanlığa hizmet etmedikçe kendi içinde anlamsızdır.

This substance is not poisonous in itself. - Bu madde kendi içinde zehirli değildir.

ki içinde
wherein
kist içinde bulunan tümör
(Tıp) encysted tumor
kriz içinde
crisis ridden
merak içinde bırakmak
worry
merak içinde olan
worried
mücadele içinde
in struggle
nur içinde yat
rest in peace
patlama içinde olmak
boom
saygı içinde
reverentially
sefalet içinde
wretchedly
servet içinde yüzmek
wallow in wealth
stres içinde
tense
süresi içinde
within
süreç içinde
(Ticaret) in process
tepsi içinde
(Bilgisayar) in tray
ter içinde kalmak at
lather
tereddüt içinde
reluctantly
tereddüt içinde
undecided
tümü içinde
(Bilgisayar) all in
uygunluk içinde
(Kanun) in conformity with
uyum içinde
harmonizing
uyum içinde
harmonizingly
uyum içinde
compatible
uyum içinde
accordantly
uyum içinde
in accord
uyum içinde
in concert
yoksulluk içinde
in poverty
yurt içinde üretilen
(Gıda) home-grown
ülke içinde
(Ticaret) domestically
ızdırap içinde
in pain
şüphe içinde
skeptical
şüphe içinde
suspicious
{f} swig

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

in
knock back
{i} within

I will answer within three days. - Üç gün içinde cevap vereceğim.

She will return within an hour. - O bir saat içinde geri dönecektir.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

Most Japanese drink water from the tap. - Çoğu Japon, suyu musluktan içer.

quaff
{f} drinking

Too much drinking will make you sick. - Çok fazla içmek seni hasta edecek.

It's possible that the drinking water has chlorine, lead, or similar contaminants in it. - İçme suyunda klor, kurşun ya da benzer kirletici madde bulunması mümkün.

drank

To make up for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than he should have. - Hastanedeki kötü deneyimlerini telafi etmek için, Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him. - Hastanedeki hoş olmayan deneyimlerini telafi etmek için Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

stuffing
bowels
arayış içinde
In pursuit of ..., in search of ..., in quest for
içinde
ınside

The letter is inside the envelope. - Mektup zarfın içinde.

Outside of a dog, a book is man's best friend. Inside of a dog, it's too dark to read. - Bir köpeğin dışında, bir kitap insanın en iyi arkadaşıdır. Bir köpeğin içinde, okumak için çok karanlıktır.

içinde
in the

In the next four years, €15,000,000,000 must be saved. - Gelecek dört yıl içinde, 15 milyar euro biriktirilmeli.

The nervous girl is in the habit of chewing the end of her pencil. - Yaramaz kız kaleminin sonunu çiğneme alışkanlığı içinde.

içinde
is in
içinde bulunduğumuz günde
we are in a day
içinde bulunma
in the presence
içinde bulunulan zaman
within the time
içinde fırtına kopmak
there is a a storm inside of me
içinde fırtına kopmak
feel enthusiasm
içinde kalmak
stuck in

i am stuck in the elevator - asansörün içinde kaldım.

içinde maya bulunmayan
not found in yeast
kan revan içinde
covered with blood
kan revan içinde
bleeding profusely
panik içinde
panic
su içinde easily
at least
uzun zaman içinde gerçekleşen
to take place over a period of timeto develop graduallygradual developmentslow progress/to progress slowly
şatafatla, lüks içinde
with luxury, in luxury
aracın içinde olan, aracın içinde olma hali
(Askeri) inboard
bugün içinde
within today
gelecek ay içinde
(Ticaret) proximo
gözyaşları içinde
in tears
her iki taraf içinde öldürücü olan
internecine
hevesi kursağında/içinde kalmak
to be unable to satisfy one's desire
iki gün içinde
within the next two days
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

You need to look inward. - İçeriye bakman gerek.

A ghost is an outward and visible sign of an inward fear. - Bir hayalet içe dönük bir korkunun dışa dönük ve görünür işaretidir.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

No one seems to have the guts to do that anymore. - Artık hiç kimsenin onu yapmak için cesareti var gibi görünmüyor.

People often spill their guts to bartenders. - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

Davis did not want civil war. - Davis, iç savaş istemiyordu.

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

Tom held out his cup for a refill. - Tom yeniden doldurulması için fincanını uzattı.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

2005 was a bad year for music sector. Because Kylie Minogue caught breast cancer. - 2005, müzik sektörü için kötü bir yıldı. Çünkü Kylie Minogue meme kanserine yakalandı.

I'd like to have a test for breast cancer. - Göğüs kanseri için bir test yaptırmak istiyorum.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

içinde
endo
içinde mevcut
inherent
karmaşa içinde
complexly
neyin içinde
wherein
pislik içinde bir halde
dingily
refah içinde
in clover
refah içinde yaşamak
be in clover
stres içinde olmak
be under stress
süreç içinde ikna modeli
(Pisikoloji, Ruhbilim) process model of persuasion
ter içinde
all in a sweat
ter içinde kalmak
sweat buckets
Turkish - Turkish
içre
(Hukuk) ZARFINDA
içinde
Süresince, zarfında: "Bu yarım saat içinde evde neler geçti?"- Y. Z. Ortaç
içinde
Ortamında
içinde
Kendisinden önceki söze "çok" anlamını katar
içinde
Ortamında: "Dünya atom çağında, biz hâlâ medeniyet kavgası içindeyiz."- F. R. Atay
içinde
Süresince, zarfında
içinde patlamak
(Ev ile ilgili) (Argo) Planlanan birşey yolunda gitmemek, başarısız olmak
kan ter içinde kalmak
(deyim) Yaptığı iş nedeniyle çok yorulmak ve ter içinde kalmak
Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir. - Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.

Tabiat, her sayfasında mühim muhteva sunan yegâne kitaptır. - Doğa, her sayfasında önemli içerik sunan tek kitaptır.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR
i̇çinde
Favorites