ayrılmak

listen to the pronunciation of ayrılmak
Turkish - English
leave

Tom will have to leave the building. - Tom binadan ayrılmak zorunda kalacak.

I was about to leave my house when she rang me up. - O beni aradığında evden ayrılmak üzereydim.

break with
divorce

I got word that Mary wants to divorce him. - Mary'nin ondan ayrılmak istediğini haber aldım.

split

I want to split up, but I know I couldn't even if I tried. - Ayrılmak istiyorum ama denesem bile yapamayacağımı biliyorum.

Tom said he had to split. - Tom ayrılmak zorunda kaldığını söyledi.

get off

I want to get off this island. - Ben bu adadan ayrılmak istiyorum.

to leave, depart from
to be separated, to part; to leave, to depart; to break with sb; to break away, to drop out; to resign, to throw sth up; (yol) to diverge
withdraw
sever

Several boys had to leave school early yesterday. - Dün birkaç çocuk okuldan erken ayrılmak zorunda kaldı.

revolt from
split up

I didn't want to split up with Mary. - Mary ile ayrılmak istemedim.

I want to split up, but I know I couldn't even if I tried. - Ayrılmak istiyorum ama denesem bile yapamayacağımı biliyorum.

walk off
vacate
differentiate
break up

I don't want to break up with you. - Senden ayrılmak istemiyorum.

Tom said he didn't know why Mary wanted to break up with him. - Tom Mary'nin neden ondan ayrılmak istediğini bilmediğini söyledi.

be off
break apart
differ
wander from
divorce from
take one's farewell of
dissent
buzz
come
go
come unstuck
apostatize
part with

He had to part with his secretary because she got married. - O evlendiği için, o sekreterinden ayrılmak zorunda kaldı.

He didn't want to part with his house. - O, evinden ayrılmak istemedi.

give up
separate

Britain is separated from the Continent by the Channel. - Britanya kanalla kıtadan ayrılmaktadır.

They want to separate after 40 years of marriage. - Kırk yıllık evliliklerinin ardından ayrılmak istiyorlar.

splinter off
(Askeri) clear

It was clear that Tom didn't want to leave. - Tom'un ayrılmak istemediği açıktı.

hive off
part from

The day came at last when he had to part from her. - Ondan ayrılmak zorunda olduğu gün sonunda geldi.

walk out
split off
pull away
check out

I'd like to check out tomorrow morning. - Yarın sabah ayrılmak istiyorum.

disintegrate
separated

We don't want to be separated. - Biz ayrılmak istemiyoruz.

Britain is separated from the Continent by the Channel. - Britanya kanalla kıtadan ayrılmaktadır.

move off
to be separated

We don't want to be separated. - Biz ayrılmak istemiyoruz.

drop out

Do you think Tom really intends to drop out of school? - Tom'un gerçekten okuldan ayrılmak istediğini düşünüyor musun?

Are you absolutely sure you want to drop out of school? - Okuldan ayrılmak istediğine kesinlikle emin misin?

crack
get clear of
break with somebody
withdraw from
got off
throw up
be through with
fissure
fall
disperse
get

We have to leave now if we want to get home before dark. - Hava kararmadan önce eve dönmek istiyorsak şimdi ayrılmak zorundayız.

I want to get off this island. - Ben bu adadan ayrılmak istiyorum.

resign
make departure
disconnect
go away
throw over
segregate
sunder
graduate
pull out
walk out of
get along
part

No one was in a hurry to leave the party. - Kimsenin partiden ayrılmak için acelesi yoktu.

I have no idea why you want to part with that. - Niçin ayrılmak istediğine dair fikrim yok.

fly off
draw apart
lead away from
tear oneself away
ayrılma
separation

The separation of church and state is one of the fundamental principles of the Constitution. - Kilise ve devletin ayrılması, anayasanın temel ilkelerinden biridir.

Dan is for the separation of church and state. - Dan, kilise ve devletin birbirlerinden ayrılmasını savunur.

ayrılmak (bağlantı)
become disjoint
ayrılma
{i} split

I didn't want to split up with Mary. - Mary ile ayrılmak istemedim.

I think it's time for me to split. - Sanırım benim için ayrılma zamanıdır.

ayrılma
departure

Gate closes 20 minutes before departure. - Kapı ayrılmadan 20 dakika önce kapatılır.

ayrılma
(Kimya) elimination
ayrılma
{i} leaving

We should lose no time in leaving here. - En kısa sürede buradan ayrılmalıyız.

Tom usually watches the weather report in the morning before leaving home. - Tom genellikle sabahları evden ayrılmadan önce hava raporunu izler.

ayrılma
(Ticaret) quit

You still haven't told me why you quit your job. - İşinizden ayrılma nedeninizi hâlâ bana söylemediniz.

She decided to quit her job. - İşinden ayrılmaya karar verdi.

ayrılma
cleavage
ayrılma
divergence
ayrılma
{i} excursion
ayrılma
separate

He didn't like being separated from his family. - Ailesinden ayrılmayı sevmiyordu.

They want to separate after 40 years of marriage. - Kırk yıllık evliliklerinin ardından ayrılmak istiyorlar.

ayır
break into
sürüden ayrılmak
straggle
ayrılma
breakaway
ayrılma
breaking down
ayrılma
diverging
ayrılma
(Sigorta) opt out
ayrılma
(Otomotiv) cracking
ayrılma
stinking
ayrılma
(Biyokimya) partition
ayrılma
(Askeri) break up

She plans to break up with her boyfriend. - Erkek arkadaşından ayrılmayı planlıyor.

Tom finally decided to break up with Mary. - Tom nihayet Mary'den ayrılmaya karar verdi.

ayrılma
(Kanun) separation from bed and board
ayrılma
abstraction
ayrılma
(Sigorta) withdrawal
birbirinden ayrılmak
diverge
Ayır
allocate

Allocate a room for research purposes. - Araştırma amaçları için bir oda ayırın.

ayrılma
dichotomy
ayrılma
divergency
ayrılma
abruptio
ayrılma
disjunction
ayrılma
parting
ayrılma
severance
ayrılma
{i} disengaging
ayrılma
detachment

Does detachment from the world really prevent suffering? - Dünyadan ayrılma acı çekmeyi gerçekten engelliyor mu?

ayrılma
disunion
ayrılma
secession
ayrılma
dissociation
ayrılma
abruption
ayır
make disconnected
ayır
make disjoint
ayır
{f} resolving
ayır
{f} segregated
ayır
differentiate

We must be able to differentiate between objects and situations. - Nesneler ve durumlar arasında ayırım yapabilmeliyiz.

ayır
{f} separate

It is no use trying to separate the sheep from the goats while in a state of madness. - Çok sinirliyken iyiyle kötüyü ayırmaya çalışmanın bir faydası yoktur.

What separates Guangdong from Guangxi? - Guangdong'u Guangxi'den ne ayırıyor?

ayır
{f} disconnecting

I'm not disconnecting their printers. - Onların yazıcılarını ayırmıyorum.

ayır
{f} part

These devices are distinguished by particularly high-quality workmanship. - Bu cihazlar özellikle yüksek kaliteli işçilikle ayırt edilir.

I will love you for better for worse till death us do part. - Ölüm bizi ayırana kadar iyi ve kötü günde seni seveceğim.

ayır
detach

I didn't detach them. - Ben onları ayırmadım.

ayır
spaced at
ayır
{f} isolated
ayır
{f} reserved

The seats were reserved for the party. - Parti için sandalyeler ayırtıldı.

We have reserved a lot of food for emergencies. - Acil durumlar için bir sürü yiyecek ayırdık.

ayır
cut into
ayır
{f} sparing

Would you mind sparing me thirty minutes of the day? - Bana günün otuz dakikasını ayırır mısın?

ayır
sever

I removed her number after severing our friendship. - Dostluğumuzu kestikten sonra onun numarasını ayırdım.

ayır
disconnect

Dan disconnected Linda from her respirator. - Dan, Linda'yı solunum cihazından ayırdı.

Disconnect the power cable from the modem, wait for approximately one minute, then reconnect the cable. - Enerji kablosunu modemden ayır, yaklaşık bir dakika bekle, sonra kabloyu tekrar bağla.

ayır
isolate
ayır
separate into
ayır
{f} spaced
ayır
{f} reserve

I reserved my hotel room three weeks in advance. - Otel odamı üç hafta önceden ayırttım.

I'd like to reserve a table for two. - İki kişilik bir masa ayırtmak istiyorum.

ayır
discriminate

Subtle differences in tone discriminate the original from the copy. - Tondaki ince farklar orijinali fotokopiden ayırt eder.

ayır
sever from
ayır
demarcate
ayır
{f} abstract
ayır
{f} allocated
ayır
{f} parted
ayır
{f} parting
ayır
{f} spare

Do you have much time to spare? - Ayıracak çok zamanın var mı?

Tom has time to spare. - Tom'un ayıracak zamanı vardı.

ayır
disjoin
ayır
{f} separating

Why is politics separating us, when we ourselves know who is good and who isn't? - Kimin iyi olduğunu ve kimin olmadığını biz kendimiz bildiğimizde politika neden bizi ayırıyor?

English is one language separating two nations. - İngilizce iki ulusu ayıran bir dildir.

ayır
{f} separated

The policeman separated the two men who were fighting. - Polis kavga eden iki adamı ayırdı.

The mother separated the fighting children. - Anne dövüşen çocukları ayırdı.

ayır
{f} discriminating
ayır
{f} detached
ayır
{f} disconnected

Dan disconnected Linda from her respirator. - Dan, Linda'yı solunum cihazından ayırdı.

ayır
{f} abstracted
ayır
split into

Let's decide what needs to be decided, then let's split into two teams, OK? - Neye karar verilmesi gerektiğine karar verelim, sonra iki takıma ayıralım.

ayır
{f} earmark

They earmarked enough money for research work. - Araştırma çalışması için yeterli para ayırdılar.

ayır
break down into
ayır
segregate
ayır
set apart
ayır
allocate to
Ayrılma
quiting
ayrılma
turn-off
işten ayrılmak
to quit
sevgiliden ayrılmak
break up with him/her.end relationship
yurtdışına çıkmak, ülkeden ayrılmak
to go abroad, to leave the country
anglikan kilisesinden ayrılmak
dissent
ayrılma
breakup
ayrılma
decampment; defection
ayrılma
separation, separating; departure
ayrılma
dispersion (into a spectrum)
ayrılma
disconnexion
ayrılma
deviation
ayrılma
separation; leaving
ayrılma
disconnection
ayrılma
checkout

When is checkout time? - Ayrılma saati ne zaman?

ayrılma
scission
ayrılma
separation, detachment; breakaway; leaving, departure; divergence, deviation
ayrılma
leave taking
ayrılma
turn off

Don't forget to turn off the gas before leaving the house. - Evden ayrılmadan önce gazı kapatmayı unutma.

Don't forget to turn off the gas before you leave the house. - Evden ayrılmadan önce gazı kapatmayı unutma.

ayrılma
{i} sequestration
ayrılma
conge
ayrılma
{i} decampment
ayrılma
disconnect
ayrılma
leavetaking
ayrılma
{i} sunder
ayrılma
{i} defection
ayrılma
dislocation
ayrılma
sunderance
ayrılma
{i} segregation
ayrılma
{i} divorce

I got word that Mary wants to divorce him. - Mary'nin ondan ayrılmak istediğini haber aldım.

Tom and Mary had an ugly divorce. - Tom ve Mary kötü bir ayrılma yaşadı.

ayır
uncouple
ayır
unstuck
ayır
allocateto
ayır
sunder
ayır
unstick
ayır
differentiated
ayır
disengage
ayır
disengaged
ayır
seclude
ayır
secluded
ayır
unsphere
ayır
setapart
ayır
separateinto
ayır
(Biyoloji) dissect

We dissected a frog to examine its internal organs. - Bir kurbağayı, iç organlarını incelemek için kesip parçalara ayırdık.

ayır
splitinto
ayır
disarticulate
ayır
disjoined
ayır
zoning
ayır
distinguished

These machines are distinguished by particularly high-quality workmanship. - Bu makineler, özellikle yüksek kaliteli işçilik ile ayırt edilir.

The original and the copy are easily distinguished since the one is much more vivid than the other. - Biri diğerinden çok daha canlı olduğundan, orijinal ve kopya kolayca ayırt edilirler.

bir gün erken ayrılmak istiyorum
I want to leave one day earlier
birbirinden ayrılmak
dissociate
dallara ayrılmak
to branch
derecelere ayrılmak
graduate
dost ayrılmak
part friends
emekli olmak/ye ayrılmak
(for an employee) to retire
emekliye ayrılmak
to retire
evden ayrılmak
leave the house
gitmek üzere ayrılmak
make tracks for
görevden ayrılmak
resign one's office
göze çarpmadan ayrılmak
leave unnoticed
iki kola ayrılmak
bifurcate
ikiye ayrılmak
cleave
ikiye ayrılmak
go into division
incecik ayrılmak
sliver
izinsiz ayrılmak
take french leave
kampı bozup ayrılmak
decamp
kollara ayrılmak
to ramify, to branch
kollara ayrılmak
branch off
kollara ayrılmak
ramify
kollara ayrılmak
branch
otelden ayrılmak
to check out
Turkish - Turkish
Ben, Remzi Beyden ayrılıyorum."- R. N. Güntekin
pozostawiać
Bir yerden, bir kimseden, bir şeyden uzaklaşmak: "... rahat bir tavırla yanındaki adamdan ayrıldı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Ayırma işine konu olmak: "Geçen hafta, Akşehir'de Nasrettin Hoca törenine ayrılmıştı."- F. R. Atay
Evlilik birliğini bozmak
Bir yerden, bir kimseden, bir şeyden uzaklaşmak
Ayırma işine konu olmak
Boşanmak: "Artık senden saklamaya sebep kalmıyor
(Osmanlı Dönemi) HAVS
(Osmanlı Dönemi) FÜKUK
(Osmanlı Dönemi) HULUC
(Osmanlı Dönemi) ŞAAB
(Osmanlı Dönemi) İFRAC
(Osmanlı Dönemi) RENEM
(Osmanlı Dönemi) CEREM
(Osmanlı Dönemi) TEHECCÜR
(Osmanlı Dönemi) TEZAYÜL
(Osmanlı Dönemi) IHTİZAL
(Osmanlı Dönemi) TEŞEZZÜR
Ayrılma
(Osmanlı Dönemi) MUFASALA
Ayrılma
(Hukuk) İNFİRAK
ayrılma
Ayrılmak işi
ayrılma
Bir biçmeden geçen beyaz ışığın türlü renklerde görünmesi
ayrılmak
Favorites