They share a language.
Dorenda really is a nice girl. She shares her cookies with me.
- Dorenda gerçekten iyi bir kızdır, o kurabiyelerini benimle paylaşıyor.
Personal life of Larry Ewing was shared in a website.
- Bir web sayfasında, Larry Ewing'in özel hayatı paylaşıldı.
He has not paid his portion of the rent.
- O, kira payını ödemedi.
The bank has raised its dividend by 20%.
- Banka, kar payını % 20 oranında yükseltti.
Do you share those concerns?
- O endişeleri paylaşıyor musunuz?
I share your concern.
- Ben endişeni paylaşıyorum.
You always take the lion's share!
- Aslan payını hep sen alıyorsun!
The distributors are asking for an exceptional margin.
- Dağıtıcılar olağanüstü bir pay istiyorlar.
We left a margin for error in our estimates.
- Tahminlerimizde hata payı bıraktık.
Tom and Mary split a bottle of red wine after dinner.
- Tom ve Mary akşam yemeğinden sonra bir şişe kırmızı şarabı paylaştı.
I agreed to split the money with Tom.
- Parayı Tom'la paylaşmayı kabul ettim.
Tom, Mary and John shared the cost of the party.
- Tom, Mary ve John Partinin maliyetini paylaştılar.
Our problems must be dealt with through partnership; progress must be shared.
- Bizim sorunlarımız ortaklık ile ele alınmalıdır; ilerleme paylaşılmalıdır.
Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
- Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
Do you share common interests?
- Ortak çıkarları paylaşıyor musunuz?
He paid for his fun in the sun with a terrible sunburn.
It didn't pay him to keep the store open any more.
Many employers have rules designed to keep employees from comparing their pays.
He was allowed to go as soon as he paid.
Babamın borcunu ödemekten berat edildim.
- I was absolved from paying my father's debt.
Tom arabasını yanlış yere park ettiği için ceza ödemek zorunda kaldı.
- Tom had to pay a fine because he parked in the wrong place.
Bir sürü insan faturalarını ödeme konusunda endişeleniyor.
- Many people worry about paying their bills.
Ödeme yapmadan restorandan ayrıldı.
- He left the restaurant without paying.
Fakir Japon göçmenler düşük ücretle çalışmaya istekliydiler.
- Poor Japanese immigrants were willing to work for low pay.
Piller için ekstra ücret ödemeniz gerekir.
- You need to pay extra for the batteries.
Maaş altı kişilik bir aile için yeterli değildir.
- The pay is not adequate for a family of six.
Son zamanlarda, ona maaş çekini zamanında vermiyorlar.
- Recently, they have not been giving her her paycheck on time.
Tom Mary'nin söylediklerine dikkat etmek zorunda değil.
- Tom doesn't have to pay attention to what Mary says.
Daha iyi maaş ve daha iyi çalışma koşulları için temizlik emekçileri grevine barış içinde yardım etmek için oraya gitmişti.
- He had gone there to help garbage workers strike peacefully for better pay and working conditions.
Kredi kartıyla ödeyebilir miyim?
- Can I pay with a credit card?
Bugün senin öğle yemeğin için parayı ben ödeyeceğim.
- I'll pay the money for your lunch today.
Tom'un patronu onun çalışmasını takdir ediyor fakat ona zam vermek istemiyor.
- Tom's boss appreciates his work, but he doesn't want to give him a pay raise.
Benim evimde partiler vermek istiyorsanız, daha sonra her şeyi temizleyin ve bir şey kırmayın, ya da zarar için ödeme yapın.
- If you want to have parties in my house, clean up everything afterwards, and don't break anything, or else pay for the damage.
Bir otel odasına dünya kadar para vermek istemiyorum.
- I don't want to pay through the nose for a hotel room.
Aşk için ödediğimiz bedel bu.
- It's the price we pay for love.
Bedelini ödemek zorundasın.
- You have to pay the price.