Tom her zaman kavga ediyor gibi görünüyor.
- Tom always seems to be fighting.
Tom ve Mary hep kavga ediyorlardı.
- Tom and Mary were always fighting.
Tom dövüşmüyor, değil mi?
- Tom isn't fighting, is he?
Bu, elinin biri arkanda bağlıyken biriyle dövüşmek gibidir.
- This is like fighting someone with one arm tied behind your back.
Japon ve Amerikan güçleri hâlâ acımasızca mücadele ediyorlardı.
- Japanese and American forces were still fighting bitterly.
Ben sonuna kadar mücadeleye niyet ediyorum.
- I intend on fighting till the end.
Japonyanın savaş sırasında açlığa karşı sürekli bir mücadele verdiğini söyleyebiliriz.
- We can say that Japan was fighting a constant battle against hunger during the war.
Onlar şimdi şiddetle mücadele ediyorlar fakat çok uzun zaman geçmeden önce savaş baltasını gömeceklerine sizi temin ederim.
- They're fighting fiercely now but I assure you they'll bury the hatchet before long.
O hayatının çoğunu düşmanlarıyla savaşarak harcamış cesur bir savaşçıydı.
- He was a brave warrior who had spent most of his life fighting his enemies.
George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.
- George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours.
Japonyanın savaş sırasında açlığa karşı sürekli bir mücadele verdiğini söyleyebiliriz.
- We can say that Japan was fighting a constant battle against hunger during the war.
O hayatının çoğunu düşmanlarıyla savaşarak harcamış cesur bir savaşçıydı.
- He was a brave warrior who had spent most of his life fighting his enemies.
Düşmanla savaşmak için güçlerini birleştirdiler.
- They combined forces to fight the enemy.
Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
- A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
Ortak düşmanı yenmek için birlikte dövüşmek zorunda olduklarını biliyorlardı.
- They knew they must fight together to defeat the common enemy.
Keşke onlar dövüşmeyi bıraksalar.
- I wish they would stop fighting.
Ortak düşmanı yenmek için birlikte dövüşmek zorunda olduklarını biliyorlardı.
- They knew they must fight together to defeat the common enemy.
Madenciler dövüşmek istemiyordu.
- The miners did not want to fight.
Seninle kavga etmek istemiyorum.
- I don't want to fight you.
Tom kavga etmekten hoşlanmaz.
- Tom doesn't like fighting.
Hastalıklarla mücadele etmek için doktorlar ilaçlar öneriyor.
- Doctors suggest drugs to fight diseases.
Ben sonuna kadar mücadeleye niyet ediyorum.
- I intend on fighting till the end.
Tom kavgaya karışmak istemiyordu, fakat başka seçeneği yoktu.
- Tom didn't want to get involved in the fight, but he had no choice.
Neden kavga ettiklerini bilmiyorum.
- I don't know why they are fighting.
George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.
- George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours.
Sonuna kadar mücadele edelim.
- Let's fight to the last.
Döğüşmekten başka seçeneğimiz yoktu.
- We had no alternative but to fight.
İsyancı kuvvetler döğüşmek için hazırlandı.
- Rebel forces prepared to fight.
Onlar döğüşmeyeceklerini söylediler.
- They said they would not fight.
Tom ve Mary her zaman döğüşüyor gibi görünüyorlar.
- Tom and Mary seem to be fighting all the time.
Farragut, New Orleans'ı savaş olmadan ele geçirdi.
- Farragut captured New Orleans without a fight.
Malzemeler olmadan, onun ordusu çok uzun savaşamadı.
- Without supplies, his army could not fight very long.
Ben kendi savaşımı veriyorum.
- I fight my own battles.
Artık mücadele etmek istemiyordu.
- She didn't want to fight no more.
Tom mücadele etmek için hazırdır.
- Tom is ready for a fight.
Those are fighting words, of course, and the people who presently hold the high ground of economic power in society will not be amused.
... That's part of what I'm fighting for as president of the United States. ...
... who are overseas fighting for us right now. People who are working hard every day, paying ...