üstünü

listen to the pronunciation of üstünü
Türkisch - Englisch

Definition von üstünü im Türkisch Englisch wörterbuch

üst
top

A house is built on top of a solid foundation of cement. - Bir ev, çimentodan yapılmış sağlam bir temel üstüne inşa edilmiştir.

Look at the picture at the top of the page. - Sayfanın üst kısmındaki resme bak.

üst
upper

My upper right wisdom tooth hurts. - Üst sağ yirmilik dişim ağrıyor.

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

üstünü kapatmak
hood
üstünü çizmek
cross of
üstünü giymek
to put on one's clothes, to dress oneself, to get dressed
üstünü arama
shakedown
üstünü aramak
search
üstünü aramak
frisk
üstünü aramak
shake down
üstünü aramak
to search, to frisk
üstünü başını düzeltme
smartening
üstünü başını düzeltmek
smarten
üstünü başını düzeltmek
smarten up
üstünü başını düzeltmek
tidy oneself up
üstünü başını düzeltmek
to tidy oneself up
üstünü değişmek
to change
üstünü değiştirmek
to change
üstünü kapamak
top
üstünü kapamak
cope
üstünü kapamak
roof
üstünü kaplamak
overlay
üstünü kirletmek
get into mess
üstünü kısmen örtüp ötesine geçmek
(Hukuk) overlap
üstünü çizmek
score out
üstünü çizmek
to scratch out
üstünü çıkarmak
to take off one's clothes
üstünü çıkarmak
strip
üstünü örtmek
overlap
üstünü örtmek
to clothe
üst
{i} senior

This seminar will target senior marketing leaders from Japanese firms. - Bu seminer Japon firmalarından üst düzey pazarlama liderlerini hedef alacaktır.

Tom is a senior executive. - Tom üst düzey bir yöneticidir.

üst
superior

His paper is superior to mine. - Onun raporu benimkine göre üstündür.

This cloth is superior to that. - Bu kumaş ona göre daha üstün.

üst
upper side, upper part, top; outside surface; clothing, dress; body; (para) remainder, change; superior; upper, uppermost
üst
surface
üst
covering
üst
at or about (a certain time): öğle üstü in the early afternoon/ at noon
üst
upstairs

The bedrooms are upstairs. - Yatak odaları üst kattadır.

We heard someone go upstairs. - Birinin üst kata gittiğini duyduk.

üstünü örtmek
clothe
üst
high

Many high-level officials attended the meeting. - Birçok üst düzey yetkili toplantıya katıldı.

How to overcome the high value of the yen is a big problem. - Yüksek yen değerinin nasıl üstesinden gelineceği büyük bir sorundur.

üst
change

Tom told the taxi driver to keep the change. - Tom sürücüye para üstünün kalmasını söyledi.

You gave me the wrong change. - Bana paranın üstünü yanlış verdin.

üst
(Matematik) power

He believed in the supreme power of the law. - Hukukun üstün gücüne inanıyordu.

He swept to power in 1929. - 1929'da ezici bir üstünlükle iktidara geldi.

üst
upper part

The upper part of the mountain is covered with snow. - Dağın üst kısmı karla kaplıdır.

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

üst
chief

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

üst
(Ticaret) major

A major is above a captain. - Binbaşı yüzbaşının üstündedir.

üst
powers
üst
(İnşaat) topping
üst
(Bilgisayar) ceiling

Tom is lying on his back, staring at the ceiling. - Tom sırt üstü uzanıyor, tavana bakıyor.

üst
remainder
üst
clothing
üst
outside surface
üst
upper side
üst
(Matematik) exponential

The exponential function has a horizontal asymptote. - Üstel fonksiyonun yatay asimptotu vardır.

The greatest shortcoming of the human race is our inability to understand the exponential function. - İnsan ırkının en büyük eksikliği üstel işlevi anlamak için bizim yetersizliğimizdir.

üst
uppermost
üst
(Biyokimya) super

This cloth is superior to that. - Bu kumaş ona göre daha üstün.

He behaves respectfully toward his superiors. - Üstlerine karşı saygıyla davranır.

üst
above

Health is above wealth, for this does not give us so much happiness as that. - Sağlık zenginliğin üstündedir, zira zenginlik bize sağlık kadar çok mutluluk vermiyor.

We are flying above the clouds. - Biz bulutların üstünde uçuyoruz.

üst
body

The guards performed a body cavity search. - Muhafızlar üst araması yaptı.

Tom has no upper body strength. - Tom'un üst vücut gücü yok.

üst
dress

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını konsolun üstüne koydu.

I want Italian dressing on my salad. - Salatamın üstüne İtalyan sosu istiyorum.

üstünü örtmek
top
üst
ultra
üstünü çizmek
cancel
üstünü çizmek
cross out
üstünü çizmek
scratch out
üst
on top

He put the skis on top of the car. - Kayakları arabanın üstüne koydu.

Everything on top of the table started rattling when the earthquake hit. - Deprem vurduğunda masanın üstündeki her şey tıkırdamaya başladı.

soldan sağa üstünü çizmek
left to right override
üst
upper surface, top: Kütüğün üstüne oturdu. She sat down on the log
üst
parent , powers , upper , exponent , top
üst
(a) superior, (a) boss
üst
clothes: Üstünü kirletme ha! Don't get your clothes dirty, you hear?
üst
space over or above: Üstümde ay parlıyordu. The moon was shining above me
üst
top, upper: en üst kat topmost floor. yokuşun üst yanında on the upper part of the slope
üst
remainder, rest (of an amount of money)
üst
highup
Türkisch - Türkisch

Definition von üstünü im Türkisch Türkisch wörterbuch

üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey: "Ağzında lokmayı birdenbire yutmaya kıyamıyor, dilinin üstünde gezdiriyordu."- Ö. Seyfettin
Üst
yan
Üst
(Hukuk) FEVK
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir: "Hiç unutmam; 1934 yılı sonbaharının serince bir akşamüstü idi."- Y. K. Karaosmanoğlu
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan
üst
Öte, arka
üst
Sınıflamalarda temel olarak alınan bir tipe göre ileri derecede olan
üst
Artan, geriye kalan bölüm: "Bir liranın üstü olarak uşağın getirdiği yetmiş beş kuruşu masanın üstünden kaldırmaz."- A. Ş. Hisar
üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk: "Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor."- H. E. Adıvar
üst
Vücut, beden
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk
üst
İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır. İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü: "Bu sefer taşın üstünden inip yere oturdu."- M. Ş. Esendal
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır
üst
Giyecek, giysi
üst
Artan, geriye kalan bölüm
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan: "Kadınların beni böyle göz hapsine almaları yüzünden üst düğmelerimi gevşetemiyordum."- R. N. Güntekin. Öte, arka: "Ben onu Şehzade Camisi'nin üst yanında, sokak içi, eski ahşap bir evde tanıdım."- Y. Z. Ortaç
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse, mafevk
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir
üst
us