I saw the mark of sadness that had remained on her face.
- Onun yüzünde kalan üzüntü işaretini gördüm.
She helped him overcome his sadness.
- Üzüntüsünü yenmesi için ona yardım etti.
He felt great sorrow when his wife died.
- Eşi öldüğünde büyük üzüntü hissetti.
Neither joy nor sorrow can last forever.
- Ne mutluluk ne de üzüntü sonsuza kadar sürebilir.
The loss of his mother brought him sorrow and regret.
- Annesinin kaybı ona üzüntü ve pişmanlık getirdi.
He expressed regret over the affair.
- Olaydan duyduğu üzüntüyü ifade etti.
His talk distracted her from grief.
- Onun konuşması onu üzüntüsünden uzaklaştırdı.
The girl was overcome with grief.
- Kız üzüntüye yenik düştü.
Cares and worries were pervasive in her mind.
- Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındılar.
Cares and worries were pervasive in her mind.
- Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındı.
He hid his sadness behind a smile.
- Tebessümün arkasında üzüntüsünü sakladı.
She looked sadly at me.
- O, bana üzüntülü şekilde baktı.