yalnızım

listen to the pronunciation of yalnızım
Türkçe - İngilizce
i am alone
i'm lonely
yalnız
{s} lonely

She always comforted herself with music when she was lonely. - O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.

Mary was lonely because the other students didn't talk to her. - Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.

yalnız
lonesome

Lonesome George passed away. - Yalnız George vefat etti.

Lonesome George was the last giant tortoise of his kind. - Yalnız George, türünün son dev kaplumbağasıydı.

yalnız
alone

He lived alone in the forest. - Ormanda yalnız başına yaşadı.

The old man lives alone. - Yaşlı adam yalnız yaşıyor.

yalnız
sole

One cannot live solely on air and love. - Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.

They need to be able to irrigate without relying solely on rain. - Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.

yalnız
only

Only a few people showed up on time. - Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.

Did you do your homework? The meeting is only two days away. - Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.

yalnız
{s} solitary

Aardvarks are solitary animals. - Karıncayiyenler yalnız yaşayan hayvanlardır.

He likes to take a solitary walk. - O yalnız yürümekten hoşlanır.

yalnız
(Hukuk) save

At the moment only a child can save my marriage. - Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.

yalnız
lone

Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely. - Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.

She lived a lonely life. - Yalnız bir hayat yaşadı.

yalnız
merely

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

yalnız
solitarily
yalnız
squinting
yalnız
private
yalnız
single

That's why you're still single. - Bu yüzden hala yalnızsın.

He remained single till the end of his day. - O gününün sonuna kadar yalnız kaldı.

yalnız
mere

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

yalnız
on one's own
yalnız
pure and simple
yalnız
nothing but

It was nothing but coincidence. - Bu yalnızca tesadüftü.

Do you swear to tell the truth and nothing but the truth? - Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?

yalnız
nothing else
yalnız
pure

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

yalnız
nothing more than
yalnız
by oneself
yalnız
solely

One cannot live solely on air and love. - Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.

Empirical data is based solely on observation. - Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.

yalnız
single-handed
yalnız
bigoted
yalnız
none but
yalnız
unaccompanied
yalnız
desolate
yalnız
exclusively
yalnız
purely

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

yalnız
by ourselves
yalnız
single handed
yalnız
isolated

I felt very isolated. - Çok yalnız hissettim.

Tom felt very isolated. - Tom çok yalnız hissetti.

yalnız
be alone
yalnız
singly
yalnız
alone, lonely, lone, desolate, solitary; alone, on one's own; only, solely; but, however
yalnız
but, however
yalnız
on one's tod
yalnız
only, just
yalnız
by yourself

I'm not letting you go by yourself. - Yalnız gitmene izin vermiyorum.

Did you study by yourself? - Eğitimi yalnız mı yaptınız?

yalnız
alone, by oneself
yalnız
just

They just wanted to be left alone. - Sadece yalnız bırakılmak istediler.

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

yalnız
solitary, isolated, lone
yalnız
solo

Now that my only colleague has retired, I'm flying solo. - Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.

Nancy set out on a solo journey. - Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.

yalnız
unattended

Tom was angry at Mary for leaving their children unattended. - Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.

yalnız
lonely, lonesome
yalnız
singular
yalnız
but

Mariko studied not only English but also German. - Marko yalnızca İngilizce değil Almanca da okudu.

He not only speaks French, but he speaks Spanish, too. - Yalnızca Fransızca değil, İspanyolca da konuşuyor.

Türkçe - Türkçe

yalnızım teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

yalnız
Ama, şu kadar ki, ancak, fakat
yalnız
Sadece, salt
yalnız
Yanında başkaları bulunmayan
yalnız
Sadece, salt: "Kendisini yalnız Bombay'a kadar götürecek tren parası vardı."- F. R. Atay
yalnız
Yanında başkaları olmayarak: "Ömrümde şehir içinde bile yalnız dolaşmaya alışmamış bir adam için bir genç kızın tek başına Avrupa seyahatine çıkışı akıl durdurucu bir şeydi."- Y. K. Karaosmanoğlu
yalnız
Toplumsal ilişkilerden yoksun veya yoksun bırakılan kişi
yalnız
Yanında başkaları olmayarak
yalnızım