Man is the only animal that can laugh.
- İnsan gülebilen tek hayvandır.
Ken's father loved Ken all the more because he was his only son.
- Baba Ken'i haydi haydi severdi,çünkü onun tek oğluydu.
Kill two birds with one stone.
- Tek bir taşla iki kuş öldür.
I called his office again and again, but no one answered.
- Onun bürosunu tekrar tekrar aradım fakat kimse cevap vermedi.
There isn't a single cloud in the sky.
- Gökyüzünde tek bir bulut yok.
She left without saying even a single word.
- Tek bir kelime bile etmeden ayrıldı.
Being an only child, he was the sole inheritor.
- O, tek çocuk olduğu için, tek mirasçıydı.
Being an only child, he was the sole heir.
- Tek çocuk olduğu için, o tek varisti.
United States want to be the World unique superpower.
- Amerika Birleşik Devletleri dünyadaki tek süper güç olmak istiyor.
His technique was unique and absolutely amazing.
- Tekniği eşsiz ve kesinlikle muhteşemdi.
One, three, five, seven and nine are odd numbers.
- Bir, üç, beş, yedi ve dokuz tek sayılardır.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
She is used to living alone.
- Tek başına yaşıyordu.
Hiroko sat there all alone.
- Hiroko orada tek başına oturdu.
She leads a solitary life in a remote area of Scotland.
- O, İskoçya'nın uzak bir bölgesinde tek başına bir hayat sürüyor.
I can't carry this suitcase by myself.
- Bu valizi tek başıma taşıyamam.
I try to travel with only one suitcase.
- Tek bir bavulla yolculuk etmeye çalışacağım.
The rear tire of my bicycle is flat.
- Bisikletimin arka tekerleği patlak.
I've got a flat tire.
- Bir patlak tekerim var.
History is merely repeating itself.
- Tarih sadece kendini tekrarlıyor.
The one and only dessert my son eats is chocolate cake.
- Oğlumun yediği bir çeşit ve tek tatlı çikolatalı pastadır.
This is the one and only thing he can do. He can't do anything else.
- Bu onun yapabileceği tek şey. Başka bir şey yapamaz.
All you have to do is to write your name and address here.
- Yapman gereken tek şey buraya adını ve adresini yazmak.
The opening address alone lasted one hour.
- Açılış konuşması tek başına bir saat sürdü.
Tom's only companion is his dog.
- Tom'un tek arkadaşı onun köpeğidir.
Sami's only companion was his dog.
- Sami'nin tek arkadaşı onun köpeğiydi.
Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
Our store has a monopoly on this item.
- Mağazamız bu üründe tekel olmuş durumda.
I think that monolingualism is very limiting.
- Bence tek dillilik çok sınırlı.
A unicycle has only one wheel.
- Tek tekerlekli bir bisikletin sadece bir tekeri vardır.
His technique was unique and absolutely amazing.
- Tekniği eşsiz ve kesinlikle muhteşemdi.
Now that my only colleague has retired, I'm flying solo.
- Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.
Lindbergh's solo nonstop transatlantic flight was a remarkable accomplishment.
- Lindbergh'in tek başına sürekli transatlantik uçuşu kayda değer bir başarıydı.
The one and only dessert my son eats is chocolate cake.
- Oğlumun yediği bir çeşit ve tek tatlı çikolatalı pastadır.
Tom claims one and only one god exists.
- Tom tek ve sadece tek bir tanrı olduğunu iddia eder.
All you have to do is to cultivate the ability to put yourself in the other fellow's place.
- Tek yapmanız gereken, kendinizi diğer arkadaşın yerine koyma yeteneğini geliştirmek.
I bid you greetings and may there be peace through fellowship between us.
- Sana selam teklif ediyorum ve aramızdaki arkadaşlık yoluyla barış olabilir mi.
After the Singularity, we will all have nine dimensional sex organs.
- Tekillikten sonra, hepimizin dokuz boyutlu cinsel organları olacak.
To form the plural in Esperanto, add a j to the singular.
- Esperantoda çoğul oluşturmak için tekil isme j ekle.
When you're alone in your apartment, you feel independent. When you're alone in your room, you feel free. When you're alone in your bed, you feel lonely.
- Apartmanında tek başına olduğunda, bağımsız hissedersin. Odanda tek başına olduğunda, özgür hissedersin. Yatağında tek başına olduğunda, yalnız hissedersin.
He lives in this lonely place by himself.
- O, bu ıssız yerde tek başına taşıyor.
It must be terribly difficult, running her household on her own after divorcing.
- Boşandıktan sonra evinde tek başına koşuşturmak son derece zor olmalı.
Running was my only defense.
- Koşu benim tek savunmamdı.
I repeated the word several times for her.
- Kelimeyi onun için birkaç kez tekrar ettim.
He reiterated this advice several more times during the meeting.
- O, bu öğüdü toplantı boyunca birkaç defa daha tekrarladı.