bir%c5%9feyler

listen to the pronunciation of bir%c5%9feyler
Английский Язык - Турецкий язык

Определение bir%c5%9feyler в Английский Язык Турецкий язык словарь

birini bir yere bırakmak
Drop someone to somewhere
Английский Язык - Английский Язык

Определение bir%c5%9feyler в Английский Язык Английский Язык словарь

bir
British Institute of Radiology
bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
Турецкий язык - Английский Язык

Определение bir%c5%9feyler в Турецкий язык Английский Язык словарь

bir kere
once

I met your father once. - Bir keresinde babanla karşılaştım.

You can't be two places at once. - Bir kerede iki yerde olamazsın.

bir zamanlar
once upon a time

Once upon a time, there was a bad king in England. - Bir zamanlar İngiltere'de kötü bir kral vardı.

Once upon a time, there was a pretty little house way out in the country. - Bir zamanlar köyün çıkışında küçük güzel bir ev varmış.

bir daha
once more
bir kez daha
once more

Please say it once more. - Lütfen onu bir kez daha söyleyin.

Explain it once more, Jerry. - Onu bir kez daha açıkla, Jerry.

bir kez
once

Stir once every fifteen minutes. - Her on beş dakikada bir kez karıştırın.

She was late once again. - Bir kez daha geç kalmıştı.

bir araya getirmek
gather
bir defada alınan miktar
batch
bir sürü
lots of

There were lots of people. - Bir sürü insan vardı.

Lots of famous people come here. - Bir sürü ünlü kişi buraya gelir.

bir kez daha
once again

Could you please repeat it once again? - Lütfen onu bir kez daha tekrarlar mısın?

France and Britain were at war once again. - Fransa ve İngiltere bir kez daha savaştaydı.

bir anlık
momentary
bir daha
again

Please do that again. - Lütfen onu bir daha yap.

I will never fall in love again. - Bir daha asla âşık olmayacağım.

beklenmedik bir para
windfall
düzgün bir şekilde
properly

Tom doesn't know how to treat his employees properly. - Tom çalışanlarına düzgün bir şekilde nasıl davranacağını bilmiyor.

Properly listen to what I'm going to say. - Söyleyeceklerimi düzgün bir şekilde dinle.

uygun bir şekilde
properly

We're going to do it properly. - Biz onu uygun bir şekilde yapacağız.

Tom wanted to do his job properly. - Tom işini uygun bir şekilde yapmak istedi.

basit bir şekilde
simply
beklenmedik bir şekilde
unexpectedly
nazik bir şekilde
gently
son bir çaba göstermek
spurt
bir şey
anything

Is there anything to drink in the refrigerator? - Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?

Let me know if you are in need of anything. - Eğer bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun.

bir
single

There isn't a single cloud in the sky. - Gökyüzünde tek bir bulut yok.

I don't have a single enemy. - Benim tek bir düşmanım yok.

bir süre
for a while

He stood there for a while. - O, bir süre orada durdu.

I want to leave these packages for a while. - Bu paketleri kısa bir süreliğine bırakmak istiyorum.

bir tarafa
aside

They set aside her objections. - Onun itirazlarını bir tarafa bıraktılar.

bir yıl yaşayan bitki
annual
bir tek
only

Will I be the only one going to the party? - Bir tek ben mi partiye gideceğim?

Only those who believe in the future believe in the present. - Bir tek geleceğe şu inananlar, o ana inanır.

bir
uni
bir iş için gönderme
errand
bir kenara
aside

He puts aside some gas. - O bir kenara biraz benzin koydu.

Tom laid the book aside and looked up. - Tom kitabı bir kenara koydu ve yukarı baktı.

bir kenara koymak
set aside
bir yığın
heap
bir
un
bir kenara
by
bir merkezden yayılmak
radiate
bir ayağı çukurda
decrepit
bir
one person or thing
bir tutmak
identify
bilinçli bir şekilde
consciously
bir
alone
bir an için
momentarily

Tom is expected to arrive momentarily. - Tom'un bir an için varması bekleniyor.

Tom left Mary and John alone momentarily. - Tom bir an için Mary ve John'u yalnız bıraktı.

bir ara
some time or other
bir araya gelmek
come together
bir araya gelmek
cluster
bir başkasıyla aynı amaca hizmet eden kişi
(Hukuk) counterpart
bir bir
one by one

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir enteresan hikayelerini anlattı.

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir garip hikayelerini anlattı.

bir daha gözden geçirmek
revise
bir dahaki
next

I'll try not to disappoint you next time. - Bir dahaki sefere seni hayal kırıklığına uğratmamaya çalışacağım.

We'll meet next time at ten o'clock, June the first, next year. - Bir dahaki sefere saat onda, 1 Haziran'da, gelecek sene buluşacağız.

bir deri bir kemik
skinny
bir deri bir kemik
emaciated
bir deri bir kemik
rawboned
bir gecelik
overnight

It was an overnight sensation. - Bu bir gecelik heyecandı.

I am planning to make an overnight trip to Nagoya. - Nagoya'ya bir gecelik gezi yapmayı planlıyorum.

bir ihtimal
perchance
bir ihtimal
perhaps

Could you perhaps translate that for me? - Bir ihtimal bunu benim için çevirir misin?

bir kararın veya bir hareketin olası etkisi
(Hukuk) implication
bir kez
one time

Can I eat this mushroom? You can eat anything one time. - Bu mantarı yiyebilir miyim? Bir şeyi bir kez yiyebilirsin.

I've been to Canada one time. - Kanada'da bir kez bulundum.

bir konu hakkında genel tanıtım yapmak
(Hukuk) to introduce
bir müddet
awhile, for a while
bir nebze
a little bit
bir sefer
one time

How many books can I take out at one time? - Ben dışarıya bir seferde kaç tane kitap alabilirim?

The clinic allowed only two visitors per patient at any one time. - Klinik, bir seferde hasta başına iki ziyaretçiye izin verdi.

bir seferde
at a time

Perhaps you should try doing one thing at a time. - Belki bir seferde bir şey yapmaya çalışmalısın.

Do one thing at a time. - Bir seferde bir şey yapın.

bir sonra
next

The next step was to negotiate terms of a peace treaty. - Bir sonraki adım barış anlaşmasının koşullarını görüşmekti.

When is the next guided tour? - Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?

bir sonraki
next

You are the next in line for promotion. - Tanıtım sırasında bir sonraki kişisin.

When is the next guided tour? - Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?

bir sorunu enine boyuna incelemek
(Hukuk) deliberation
bir süre
awhile

I'll bet Madonna doesn't return to her career for awhile. - Madonna'nın kariyerine bir süre için geri dönmeyeceğine bahse girerim.

We're going to have good weather for awhile. - Bir süreliğine daha havalar güzel olacak.

bir süre
awhile, for a time
bir süre sonra
in time
bir tür elma
russet
bir türlü
just as bad
bir türlü
in no way
bir türlü
in one way or another
bir yazıyı gözden geçirip düzeltmek
(Hukuk) revise
bir yerde
somewhere

He lives somewhere around the park. - O, parkın civarında bir yerde yaşıyor.

I remember seeing you all somewhere. - Hepinizi bir yerde gördüğümü hatırlıyorum.

bir yere götürmek
take something off
bir yere götürmek
take someone off
bir yıllık bitki
annual
bir zamanlar
once

I have seen him once on the train. - Onu bir zamanlar trende gördüm.

That dispute has been settled once and for all. - O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.

bir şey değil
not at all

This is not at all what Tom expected. - Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.

bir şeye çözüm bulmak
sort something out
bir hayli
many

A grasshopper and many ants lived in a field. - Bir çekirge ve bir hayli karınca bir tarlada yaşadı.

We have many members. - Bir hayli üyemiz var.

bir kenara bırakmak
put away
bir takım
several

A combination of several mistakes led to the accident. - Bir takım hataların birleşimi kazaya neden oldu.

Several houses were damaged in the last storm. - Son fırtınada bir takım evler hasar gördü.

bir türlü
somehow
bilinçli bir şekilde
facultatively
bin bir
great many
bin bir
numerous
binde bir
very rarely
binde bir
(Bilgisayar) milli-
bini bir paraya
many
bini bir paraya
lots of
bini bir paraya
a lot of
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
uni-
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir amaca yönelik
purposeful
bir an önce
forthwith
bir an önce
right away

Tom says he wants to get married right away. - Tom bir an önce evlenmek istediğini söylüyor.

Why did you put the chicken in such a difficult place to get when you knew that I wanted to use it right away? - Bir an önce onu kullanmak istediğimi bildiğin halde niçin tavuğu böyle alması zor bir yere koydun?

bir anlamı olmak
make sense
bir anlamı olmak
add up
bir anlamı olmak
have a meaning
bir araya gelmek
get together

Bill and John like to get together once a month to talk. - Bill ve John konuşmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

Bill and John like to get together once a month to shoot the breeze. - Bill ve John çene çalmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

bir bütün halinde
(Tıp) enblock
bir bütün olarak
as a whole
bir bütün olarak
in the aggregate
bir büyük
a grown up
bir de
and what's more
bir de
and what is more

He is a great statesman, and what is more a great scholar. - O büyük bir devlet adamı ve bunun da ötesinde büyük bir bilgindir.

bir de
in addition to

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
boot
bir de
moreover
bir de
also

Whatever has a beginning also has an end. - Her yokuşun bir de inişi vardır.

Many people also considered him a madman. - Birçok kişi ayrıca onun bir deli olduğunu düşünüyordu.

bir de
in addition

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
and also
bir de bana sor
tell me about it
bir dizi
a range of
bir dizi ...
a series of
bir dizi delikten biri
perforation
bir durumu düzeltmek
(Politika, Siyaset) remedy a situation
bir düz
knit one, purl one
bir hafta önce
one week ago
bir hafta önce
a week ago
bir işin üstesinden gelmek
be equal to
bir kere
begin with
bir kere
start with
bir kere daha
encore
bir kere daha
one more time
bir kere yaz
(Bilgisayar) write once
bir kere yazılır bellek
Write Once Read Many
bir kerede
in one go
bir kez
ever

I promised my parents I would visit them at least once every three months. - Ebeveynlerime en az her üç ayda bir kez onları ziyaret edeceğime söz verdim.

I know that it is highly unlikely that you'd ever want to go out with me, but I still need to ask at least once. - Benimle çıkmak isteyeceğinizin pek olası olmadığını biliyorum fakat hâlâ en azından bir kez sormalıyım.

bir kez
e'er
bir kez daha
one more time

Open your mouth one more time and I will beat you up! - Ağzını bir kez daha açarsan seni pataklayacağım!

Let's try one more time. - Bir kez daha deneyelim.

bir kez daha
(deyim) once and again
bir kez daha
on one occasion
bir kez sor
(Bilgisayar) ask once
bir kez yumurtlayan
(Denizbilim) semelparous
bir kez çalıştır
(Bilgisayar) run once
bir nevi
sort of

I sort of had a crush on Tom. - Ben bir nevi Tom'a aşık oldum.

bir olayı çözmek
(Argo) dope
bir seferde
in one go
bir seçim yapmak
make a choice
bir sorunu çözmek
sort something out
bir söz
undertone
bir süre
for a time

For a time, things were peaceful. - Bir süre için her şey huzurlu idi.

The car dove into the field and, after bumping along for a time, came to a halt. - Araba tarlaya daldı ve bir süre sarsıldıktan sonra durma noktasına geldi.

bir süre önce
a while ago
bir tür
(Havacılık) perspex
bir tür akbaba
turkey buzzard
bir tür akbaba
buzzard
bir tür keklik
grouse
bir tür midye
cockle
bir tür sosis
(Gıda) frankfurter
bir tür yorgan
puff
bir tür şahin
(Hayvan Bilim, Zooloji) buzzard
bir uçtan bir uca
through

I hiked through the Pyrenees from Spain to Paris. - İspanya'dan Parise Pirene'leri bir uçtan bir uca yürüdüm.

bir yana
away

The birds flew away in all directions. - Kuşlar dört bir yana uçuştu.

bir yer
anywhere

Is there a telephone anywhere? - Herhangi bir yerde bir telefon var mı?

Tom says he thinks he could live anywhere. - Tom herhangi bir yerde yaşayabileceğini sandığını söylüyor.

bir yerde
as it were
bir yerde
anywhere

Do you feel at home anywhere? - Herhangi bir yerde evinizdeymiş gibi hisseder misiniz?

Tom says he thinks he could live anywhere. - Tom herhangi bir yerde yaşayabileceğini sandığını söylüyor.

bir yerde bulunmak
be situated
bir yerde durmak
stop off
bir yerde ikamet etmek
abode
bir yerde kalmak (su vb)
stand
bir yerde oturan
resident
bir yerde oturan kimse
habitant
bir yerde oturan kimse
calm
bir yerde oturan kimse
occupant
bir yerde toplamak
centralize
bir yerde torpili olmak
have an in
bir yerde tutmak
store
bir yetişkin
a grown up
bir yıllık
ageing
bir yıllık
one-year
bir yıllık olarak hesaplanan
(Ticaret) annualized
bir ölçü
(Gıda) batch
bir önceki
the preceding one
bir önceki
the previous one

This winter is expected to be colder than the previous one. - Bu kışın bir önceki kıştan daha soğuk olması bekleniyor.

This newspaper article is more interesting than the previous one. - Bu gazete makalesi bir öncekinden daha enteresan.

bir önceki
the former one
bir önceki sayı
back number
bir önceki yıl
previous year
bir örnek
one example
bir örnek
one-note
bir şeyin etkisi
(Hukuk) outcome
birden bir şeye başlamak
break into
bire bir
teteatete
bire bir
one-to-one
bire bir eşleştirme
(Bilgisayar) 1-to-1
bitkin bir halde
dead-beat
bitkin bir vaziyette
wretchedly
bir kat daha
more
bir
one

One, two, three, four, five, six, seven, eight, nine, ten. - Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on.

I know one of them but not the other. - Birini tanıyorum da ötekini değil.

bir defa
once

I remember you appeared on television once. - Senin bir defa televizyona çıktığını hatırlıyorum.

You must not forget to write to your parents at least once a month. - En azından ayda bir defa anne babana yazmayı unutmamalısın.

Bir mıh nal kurtarır bir nal bir at kurtarır
(Atasözü) A stitch in time saves nine
Bir pire için yorgan yakar
(Atasözü) He that takes revenge at all costs
Bir çiçekle yaz gelmez
(Atasözü) One swallow doesn't bring the summer
Bir çocuktan bir deliden al haberi
(Atasözü) Children and fools speak the truth
bir alana kaymak
shifting to another field

Sonrasında bu alana kaydı.

bir an olsun
for a moment
bir aralık
a range
bir bardak su lütfen
a glass of water please
bir elin nesi var iki elin sesi var.
(Atasözü) Four eyes are better than two
bir karış
A mixed
bir kısmı, bir parça, bir bölüm
part, a part of a section
bir yana çekmek
Draw something aside
bir yere gitmek
To go to a place
Bir yerde bir aksaklık var
There's a hitch somewhere
bir alan pişman, bir almayan
(Konuşma Dili) It's the sort of thing that looks good and attracts a lot of interest but is actually of very little use
bir an at one point: Bir
an bir şey söyleyecek gibi oldu . At one point she looked like she was going to say something
bir aşağı bir yukarı
to and fro
bir aşağı bir yukarı
(to come and go) aimlessly
bir aşağı bir yukarı
chopping and changing
bir aşağı bir yukarı gitmek
pace up and down
bir baştan/uçtan bir başa/uca
(traversing, looking at, surveying, filling a place) from one end to the other, from end to end
bir ben, bir de Allah bilir
(Konuşma Dili) Only God knows what I've gone through
bir bir
respective
bir bir vurmak
pick off
bir davayı soruşturmak, bir davayı tahkik etmek
(Hukuk) to investigate a case
bir dediği bir dediğine uymamak
to blow hot and cold (about)
bir dediği bir dediğini tutmuyor
it does not follow
bir deri bir kemik
gaunt, emaciated, skinny, scrawny, scraggy