bir%c5%9fekilde

listen to the pronunciation of bir%c5%9fekilde
Английский Язык - Турецкий язык

Определение bir%c5%9fekilde в Английский Язык Турецкий язык словарь

birini bir yere bırakmak
Drop someone to somewhere
Английский Язык - Английский Язык

Определение bir%c5%9fekilde в Английский Язык Английский Язык словарь

bir
British Institute of Radiology
bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
Турецкий язык - Английский Язык

Определение bir%c5%9fekilde в Турецкий язык Английский Язык словарь

bir kere
once

Tom hates it when Mary asks him to explain the same thing more than once. - Mary ondan aynı şeyi bir kereden fazla açıklamasını istediğinde, Tom bundan nefret ediyor.

You can't be two places at once. - Bir kerede iki yerde olamazsın.

bir zamanlar
once upon a time

Once upon a time, there was a beautiful princess. - Bir zamanlar güzel bir prenses varmış.

Once upon a time there was a poor man and a rich woman. - Bir zamanlar yoksul bir adam ve zengin bir kadın vardı.

bir daha
once more
bir kez daha
once more

Try doing it once more. - Onu bir kez daha yapmayı dene.

She'll try it once more. - O onu bir kez daha deneyecek.

bir kez
once

She was late once again. - Bir kez daha geç kalmıştı.

When he was a student, he went to the disco only once. - Öğrenci olduğu zamanlar diskoya sadece bir kez gitti.

bir araya getirmek
gather
bir defada alınan miktar
batch
bir sürü
lots of

Mr Miyake showed me lots of places during my stay in Kurashiki. - Bay Miyake Kurashiki'de kaldığım sırada bana bir sürü yer gösterdi.

There were lots of people at the concert. - Konserde bir sürü insan vardı.

bir kez daha
once again

You are entitled to try once again. - Bir kez daha deneme hakkın var.

Let's try once again. - Bir kez daha deneyelim.

bir anlık
momentary
bir daha
again

I didn't meet him again after that. - Ondan sonra bir daha onunla karşılaşmadım.

I will never fall in love again. - Bir daha asla âşık olmayacağım.

beklenmedik bir para
windfall
düzgün bir şekilde
properly

Tom doesn't know how to treat his employees properly. - Tom çalışanlarına düzgün bir şekilde nasıl davranacağını bilmiyor.

Properly listen to what I'm going to say. - Söyleyeceklerimi düzgün bir şekilde dinle.

uygun bir şekilde
properly

Tom wanted to do his job properly. - Tom işini uygun bir şekilde yapmak istedi.

We're going to do it properly. - Biz onu uygun bir şekilde yapacağız.

basit bir şekilde
simply
beklenmedik bir şekilde
unexpectedly
nazik bir şekilde
gently
son bir çaba göstermek
spurt
bir şey
anything

Let me know if you are in need of anything. - Eğer bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun.

Don't you have anything smaller than that? - Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?

bir
single

Get both a phone and internet access in a single package! - Tek bir pakette hem bir telefon hem de bir internet erişimi alın!

Did God really create the earth in a single day? - Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?

bir süre
for a while

For a while she did nothing but stare at me. - Bir süre bana bakmaktan başka bir şey yapmadı.

I want to leave these packages for a while. - Bu paketleri kısa bir süreliğine bırakmak istiyorum.

bir tarafa
aside

They set aside her objections. - Onun itirazlarını bir tarafa bıraktılar.

bir yıl yaşayan bitki
annual
bir tek
only

Will I be the only one going to the party? - Bir tek ben mi partiye gideceğim?

Everyone has a house to go to, a home where they can find shelter. My house is the desert, my home the barren heath. The north wind is my fire, the rain my only bath. - Herkesin gidebileceği bir evi, sığınabileceği bir yuvası var. Benim evim çöllerdir, yurdum çorak topraklar. Kuzey rüzgarı ışığım, yağmurda bir tek paklanırım.

bir
uni
bir iş için gönderme
errand
bir kenara
aside

After dinner, George's dad took him aside. - Akşam yemeğinden sonra, George'nin babası onu bir kenara aldı.

He puts aside some gas. - O bir kenara biraz benzin koydu.

bir kenara koymak
set aside
bir yığın
heap
bir
un
bir kenara
by
bir merkezden yayılmak
radiate
bir ayağı çukurda
decrepit
bir
one person or thing
bir tutmak
identify
bilinçli bir şekilde
consciously
bir
alone
bir an için
momentarily

Tom was momentarily disoriented. - Tom bir an için şaşırmıştı.

Tom paused momentarily. - Tom bir an için durakladı.

bir ara
some time or other
bir araya gelmek
come together
bir araya gelmek
cluster
bir başkasıyla aynı amaca hizmet eden kişi
(Hukuk) counterpart
bir bir
one by one

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir garip hikayelerini anlattı.

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir enteresan hikayelerini anlattı.

bir daha gözden geçirmek
revise
bir dahaki
next

I'll try not to disappoint you next time. - Bir dahaki sefere seni hayal kırıklığına uğratmamaya çalışacağım.

Next time you come to see me, I will show you the book. - Bir dahaki sefere beni görmeye geldiğinde, sana kitabı göstereceğim

bir deri bir kemik
skinny
bir deri bir kemik
emaciated
bir deri bir kemik
rawboned
bir gecelik
overnight

I am planning to make an overnight trip to Nagoya. - Nagoya'ya bir gecelik gezi yapmayı planlıyorum.

It was an overnight sensation. - Bu bir gecelik heyecandı.

bir ihtimal
perchance
bir ihtimal
perhaps

Could you perhaps translate that for me? - Bir ihtimal bunu benim için çevirir misin?

bir kararın veya bir hareketin olası etkisi
(Hukuk) implication
bir kez
one time

I have been to Kyoto one time. - Bir kez Kyoto'da bulundum.

I've been to Canada one time. - Kanada'da bir kez bulundum.

bir konu hakkında genel tanıtım yapmak
(Hukuk) to introduce
bir müddet
awhile, for a while
bir nebze
a little bit
bir sefer
one time

The clinic allowed only two visitors per patient at any one time. - Klinik, bir seferde hasta başına iki ziyaretçiye izin verdi.

How many books can I take out at one time? - Ben dışarıya bir seferde kaç tane kitap alabilirim?

bir seferde
at a time

Perhaps you should try doing one thing at a time. - Belki bir seferde bir şey yapmaya çalışmalısın.

A magnet can pick up and hold many nails at a time. - Bir mıknatıs bir seferde çok sayıda çiviyi toplayabilir ve tutabilir.

bir sonra
next

When is the next guided tour? - Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?

You are the next in line for promotion. - Tanıtım sırasında bir sonraki kişisin.

bir sonraki
next

The next step was to negotiate terms of a peace treaty. - Bir sonraki adım barış anlaşmasının koşullarını görüşmekti.

When is the next guided tour? - Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?

bir sorunu enine boyuna incelemek
(Hukuk) deliberation
bir süre
awhile

I'll bet Madonna doesn't return to her career for awhile. - Madonna'nın kariyerine bir süre için geri dönmeyeceğine bahse girerim.

We're going to have good weather for awhile. - Bir süreliğine daha havalar güzel olacak.

bir süre
awhile, for a time
bir süre sonra
in time
bir tür elma
russet
bir türlü
just as bad
bir türlü
in no way
bir türlü
in one way or another
bir yazıyı gözden geçirip düzeltmek
(Hukuk) revise
bir yerde
somewhere

He lives somewhere about here. - O, burada bir yerde yaşıyor.

I saw her somewhere two years ago. - Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.

bir yere götürmek
take something off
bir yere götürmek
take someone off
bir yıllık bitki
annual
bir zamanlar
once

I met him once when I was a student. - Bir zamanlar bir öğrenci iken onunla tanıştım.

I have seen him once on the train. - Onu bir zamanlar trende gördüm.

bir şey değil
not at all

This is not at all what Tom expected. - Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.

bir şeye çözüm bulmak
sort something out
bir hayli
many

A grasshopper and many ants lived in a field. - Bir çekirge ve bir hayli karınca bir tarlada yaşadı.

He received a good many letters this morning. - O, bu sabah bir hayli mektup aldı.

bir kenara bırakmak
put away
bir takım
several

A combination of several mistakes led to the accident. - Bir takım hataların birleşimi kazaya neden oldu.

Several houses were damaged in the last storm. - Son fırtınada bir takım evler hasar gördü.

bir türlü
somehow
bilinçli bir şekilde
facultatively
bin bir
great many
bin bir
numerous
binde bir
very rarely
binde bir
(Bilgisayar) milli-
bini bir paraya
many
bini bir paraya
lots of
bini bir paraya
a lot of
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
uni-
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir amaca yönelik
purposeful
bir an önce
forthwith
bir an önce
right away

Tom says he wants to get married right away. - Tom bir an önce evlenmek istediğini söylüyor.

Why did you put the chicken in such a difficult place to get when you knew that I wanted to use it right away? - Bir an önce onu kullanmak istediğimi bildiğin halde niçin tavuğu böyle alması zor bir yere koydun?

bir anlamı olmak
make sense
bir anlamı olmak
add up
bir anlamı olmak
have a meaning
bir araya gelmek
get together

Bill and John like to get together once a month to talk. - Bill ve John konuşmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

Bill and John like to get together once a month to chat. - Bill ve John sohbet etmek için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

bir bütün halinde
(Tıp) enblock
bir bütün olarak
as a whole
bir bütün olarak
in the aggregate
bir büyük
a grown up
bir de
and what's more
bir de
and what is more

He is a great statesman, and what is more a great scholar. - O büyük bir devlet adamı ve bunun da ötesinde büyük bir bilgindir.

bir de
in addition to

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
boot
bir de
moreover
bir de
also

Many people also considered him a madman. - Birçok kişi ayrıca onun bir deli olduğunu düşünüyordu.

This financial audit also includes an evaluation of the company's assets. - Bu mali denetim, aynı zamanda şirketin varlıklarının bir değerlendirmesini içerir.

bir de
in addition

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
and also
bir de bana sor
tell me about it
bir dizi
a range of
bir dizi ...
a series of
bir dizi delikten biri
perforation
bir durumu düzeltmek
(Politika, Siyaset) remedy a situation
bir düz
knit one, purl one
bir hafta önce
one week ago
bir hafta önce
a week ago
bir işin üstesinden gelmek
be equal to
bir kere
begin with
bir kere
start with
bir kere daha
encore
bir kere daha
one more time
bir kere yaz
(Bilgisayar) write once
bir kere yazılır bellek
Write Once Read Many
bir kerede
in one go
bir kez
ever

They go to watch a play once every month. - Onlar her ay bir kez maç izlemeye giderler.

Stir once every fifteen minutes. - Her on beş dakikada bir kez karıştırın.

bir kez
e'er
bir kez daha
one more time

Read it one more time, please. - Onu bir kez daha okuyun, lütfen.

If I go by air one more time, I'll have flown in an airplane five times. - Ben bir kez daha hava yoluyla gidersem uçakta beş kez uçmuş olurum.

bir kez daha
(deyim) once and again
bir kez daha
on one occasion
bir kez sor
(Bilgisayar) ask once
bir kez yumurtlayan
(Denizbilim) semelparous
bir kez çalıştır
(Bilgisayar) run once
bir nevi
sort of

I sort of had a crush on Tom. - Ben bir nevi Tom'a aşık oldum.

bir olayı çözmek
(Argo) dope
bir seferde
in one go
bir seçim yapmak
make a choice
bir sorunu çözmek
sort something out
bir söz
undertone
bir süre
for a time

He was happy for a time. - O, bir süre mutluydu.

For a time, things were peaceful. - Bir süre için her şey huzurlu idi.

bir süre önce
a while ago
bir tür
(Havacılık) perspex
bir tür akbaba
turkey buzzard
bir tür akbaba
buzzard
bir tür keklik
grouse
bir tür midye
cockle
bir tür sosis
(Gıda) frankfurter
bir tür yorgan
puff
bir tür şahin
(Hayvan Bilim, Zooloji) buzzard
bir uçtan bir uca
through

I hiked through the Pyrenees from Spain to Paris. - İspanya'dan Parise Pirene'leri bir uçtan bir uca yürüdüm.

bir yana
away

The birds flew away in all directions. - Kuşlar dört bir yana uçuştu.

bir yer
anywhere

Is there a telephone anywhere? - Herhangi bir yerde bir telefon var mı?

His daughter is eager to go with him anywhere. - Kızı onunla birlikte herhangi bir yere gitmeye isteklidir.

bir yerde
as it were
bir yerde
anywhere

Tom isn't currently working anywhere. - Tom şu anda herhangi bir yerde çalışmıyor.

Tom claims that he wasn't anywhere near the murder scene at the time of the murder. - Tom cinayet anında cinayet mahalline yakın bir yerde olmadığını iddia ediyor.

bir yerde bulunmak
be situated
bir yerde durmak
stop off
bir yerde ikamet etmek
abode
bir yerde kalmak (su vb)
stand
bir yerde oturan
resident
bir yerde oturan kimse
habitant
bir yerde oturan kimse
calm
bir yerde oturan kimse
occupant
bir yerde toplamak
centralize
bir yerde torpili olmak
have an in
bir yerde tutmak
store
bir yetişkin
a grown up
bir yıllık
ageing
bir yıllık
one-year
bir yıllık olarak hesaplanan
(Ticaret) annualized
bir ölçü
(Gıda) batch
bir önceki
the preceding one
bir önceki
the previous one

This winter is expected to be colder than the previous one. - Bu kışın bir önceki kıştan daha soğuk olması bekleniyor.

This newspaper article is more interesting than the previous one. - Bu gazete makalesi bir öncekinden daha enteresan.

bir önceki
the former one
bir önceki sayı
back number
bir önceki yıl
previous year
bir örnek
one example
bir örnek
one-note
bir şeyin etkisi
(Hukuk) outcome
birden bir şeye başlamak
break into
bire bir
teteatete
bire bir
one-to-one
bire bir eşleştirme
(Bilgisayar) 1-to-1
bitkin bir halde
dead-beat
bitkin bir vaziyette
wretchedly
bir kat daha
more
bir
one

This is a good book, but that one is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life. - Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.

bir defa
once

Don't try to do all these things at once. - Bu işlerin hepsini bir defada yapmaya çalışma.

I remember you appeared on television once. - Senin bir defa televizyona çıktığını hatırlıyorum.

Bir mıh nal kurtarır bir nal bir at kurtarır
(Atasözü) A stitch in time saves nine
Bir pire için yorgan yakar
(Atasözü) He that takes revenge at all costs
Bir çiçekle yaz gelmez
(Atasözü) One swallow doesn't bring the summer
Bir çocuktan bir deliden al haberi
(Atasözü) Children and fools speak the truth
bir alana kaymak
shifting to another field

Sonrasında bu alana kaydı.

bir an olsun
for a moment
bir aralık
a range
bir bardak su lütfen
a glass of water please
bir elin nesi var iki elin sesi var.
(Atasözü) Four eyes are better than two
bir karış
A mixed
bir kısmı, bir parça, bir bölüm
part, a part of a section
bir yana çekmek
Draw something aside
bir yere gitmek
To go to a place
Bir yerde bir aksaklık var
There's a hitch somewhere
bir alan pişman, bir almayan
(Konuşma Dili) It's the sort of thing that looks good and attracts a lot of interest but is actually of very little use
bir an at one point: Bir
an bir şey söyleyecek gibi oldu . At one point she looked like she was going to say something
bir aşağı bir yukarı
to and fro
bir aşağı bir yukarı
(to come and go) aimlessly
bir aşağı bir yukarı
chopping and changing
bir aşağı bir yukarı gitmek
pace up and down
bir baştan/uçtan bir başa/uca
(traversing, looking at, surveying, filling a place) from one end to the other, from end to end
bir ben, bir de Allah bilir
(Konuşma Dili) Only God knows what I've gone through
bir bir
respective
bir bir vurmak
pick off
bir davayı soruşturmak, bir davayı tahkik etmek
(Hukuk) to investigate a case
bir dediği bir dediğine uymamak
to blow hot and cold (about)
bir dediği bir dediğini tutmuyor
it does not follow
bir deri bir kemik
gaunt, emaciated, skinny, scrawny, scraggy