Yanımda çok param yok.
- I don't have much money on me.
Yanımdaki bütün parayı Tom'a verdim.
- I gave Tom all the money I had on me.
Tom kendi başına çekip çeviremez.
- Tom can't manage on his own.
Bob kendi başına bu çileyi aşmak zorundadır.
- Bob has to get through this ordeal on his own.
Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
- After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
Masada üzerinde üç kızarmış yumurta bulunan bir tabak vardı.
- On the table, there was a plate with three fried eggs on it.
beers on me - biralar benden.
... He's on his computer. ...
... mired in the ideology of Frederick Winslow Taylor and his notions of "scientific management": ...