I've considered all of those possibilities.
- Tüm bu olasılıkları düşündüm.
We've already eliminated half the possibilities.
- Biz zaten olasılıkların yarısını saf dışı bıraktık.
There is a possibility that we won't have to shut down the factory.
- Fabrikayı kapatmak zorunda olmayacağımıza dair bir olasılık var.
Tom thinks there's a good possibility that Mary will agree to babysit the children on Friday night.
- Tom Mary'nin Cuma gecesi çocuklara bakıcılık yapmayı kabul edeceğine dair büyük bir olasılık olduğunu düşünüyor.
Tomorrow there's a high probability it will rain.
- Yarın yağmur yağacağına dair yüksek bir olasılık var.
In all probability, we'll arrive before they do.
- Büyük olasılıkla, onlar varmadan önce varırız.
It's possible, but not probable.
- Bu mümkün, ama olası değildir.
It is probable that her first album will sell well.
- Onun ilk albümünün iyi satacağı olasıdır.
Germany faced possible starvation.
- Almanya olası bir açlıkla yüz yüze kaldı.
Possible side effects include blurred vision and shortness of breath.
- Olası yan etkiler arasında bulanık görme ve nefes darlığı bulunmaktadır.
Tom is a potential babysitter.
- Tom olası bir bebek bakıcısıdır.
I know the potential consequences.
- Ben olası sonuçları biliyorum.
The odds are against me.
- Olasılıklar benim aleyhime.
Those are pretty bad odds.
- Onlar oldukça kötü olasılıklar.
Are we likely to arrive in time?
- Zamanında varma olasılığımız var mı?
Tom asked Mary who she thought would be the most likely to win the race.
- Tom Mary'ye büyük olasılıkla yarışı kimin kazanacağını düşündüğünü sordu.
There is neither contingency nor free will.
- Ne olasılık ne de özgür irade var.
Is it scientifically plausible?
- Bilimsel olarak olası mı?
Tom is probably lost.
- Tom büyük olasılıkla kayboldu.
In all probability, we'll arrive before them.
- Büyük olasılıkla, onlardan önce varacağız.
The company invited their prospective customers to the party.
- Şirket, olası müşterilerini partiye davet etti.
There's a good chance that he'll be chosen.
- Onun seçileceğine dair iyi bir olasılık var.
There's a good chance that Tom doesn't know what Mary has done.
- Tom'un Mary'nin ne yaptığını bilmediğine dair iyi bir olasılık var.
Plausibility changes with different circumstances.
- Olasılık farklı koşullarla değişir.
In all likelihood, the president will serve a second term.
- Büyük olasılıkla, devlet başkanı bir dönem daha görev yapacak.
Both we and the Soviets face the common threat of nuclear destruction and there is no likelihood that either capitalism or communism will survive a nuclear war.
- Biz ve sovyetler nükleer yıkımın alışılmış tehditiyle yüz yüzeyiz ve hem kapitalizmin hem komunizmin nükleer bir savaşla mücadele etmesi olasılık dışı.
I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
- Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
Tom asked Mary who she thought would be the most likely to win the race.
- Tom Mary'ye büyük olasılıkla yarışı kimin kazanacağını düşündüğünü sordu.
Life offers us millions of possibilities.
- Binlerce olasılık bizi yeni bir hayata davet ediyor.
Experts have offered three possible explanations.
- Uzmanlar üç olası açıklama teklif etti.