Tom ve Mary hep kavga ediyorlardı.
- Tom and Mary were always fighting.
Tom her zaman kavga ediyor gibi görünüyor.
- Tom always seems to be fighting.
Anne dövüşen çocukları ayırdı.
- The mother separated the fighting children.
Tom dövüşmüyor, değil mi?
- Tom isn't fighting, is he?
Japonyanın savaş sırasında açlığa karşı sürekli bir mücadele verdiğini söyleyebiliriz.
- We can say that Japan was fighting a constant battle against hunger during the war.
Onlar şimdi şiddetle mücadele ediyorlar fakat çok uzun zaman geçmeden önce savaş baltasını gömeceklerine sizi temin ederim.
- They're fighting fiercely now but I assure you they'll bury the hatchet before long.
Sokaklarda savaş vardı.
- There was fighting in the streets.
Savaş bir hafta sürdü.
- The fighting lasted one week.
O hayatının çoğunu düşmanlarıyla savaşarak harcamış cesur bir savaşçıydı.
- He was a brave warrior who had spent most of his life fighting his enemies.
Ben sonuna kadar mücadeleye niyet ediyorum.
- I intend on fighting till the end.
Japonyanın savaş sırasında açlığa karşı sürekli bir mücadele verdiğini söyleyebiliriz.
- We can say that Japan was fighting a constant battle against hunger during the war.
O hayatının çoğunu düşmanlarıyla savaşarak harcamış cesur bir savaşçıydı.
- He was a brave warrior who had spent most of his life fighting his enemies.
Theodore Roosevelt ile savaşmak istemem.
- I do not want to fight Theodore Roosevelt.
Amerikalıların sadece savaşmak için herhangi bir arzusu yoktu.
- Americans simply had no desire to fight.
Ortak düşmanı yenmek için birlikte dövüşmek zorunda olduklarını biliyorlardı.
- They knew they must fight together to defeat the common enemy.
Senin ve benim dövüşmemiz gerektiği doğru mu?
- Is it right that you and I should fight?
Tom seninle dövüşmek zorunda kalmak istemiyor.
- Tom doesn't want to have to fight you.
Bu, elinin biri arkanda bağlıyken biriyle dövüşmek gibidir.
- This is like fighting someone with one arm tied behind your back.
Kavga etmek benim tarzım değildir.
- Fighting isn't my style.
Seninle kavga etmek istemiyorum.
- I don't want to fight you.
George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.
- George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours.
O, siyahların şiddet olmaksızın eşit haklar için mücadelelerini kazanabileceklerine inanıyordu.
- He believed that blacks could win their fight for equal rights without violence.
Sınır kavgaları yaygındı.
- Border fights were common.
Neden kavga ettiklerini bilmiyorum.
- I don't know why they are fighting.
Ben sonuna kadar mücadeleye niyet ediyorum.
- I intend on fighting till the end.
George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.
- George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours.
Sizinle döğüşmekten usandım.
- I'm tired of fighting with you.
Döğüşmekten başka seçeneğimiz yoktu.
- We had no alternative but to fight.
Mark Twain tarafından söylenmiş sevdiğim sözlerden biri Döğüşte köpeğin büyüklüğü önemli değil, köpekteki döğüşün büyüklüğü önemlidir.
- One of my favorite quotes by Mark Twain is, It's not the size of the dog in the fight, it's the size of the fight in the dog.
Onlar döğüşmeyeceklerini söylediler.
- They said they would not fight.
Farragut, New Orleans'ı savaş olmadan ele geçirdi.
- Farragut captured New Orleans without a fight.
Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
- A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
Ben kendi savaşımı veriyorum.
- I fight my own battles.
Hâlâ mücadele etmek istiyorum.
- I still want to fight.
Artık mücadele etmek istemiyordu.
- She didn't want to fight no more.
Those are fighting words, of course, and the people who presently hold the high ground of economic power in society will not be amused.
... the ' at the kitchen table and spent his energy and passion for two years fighting ...
... That's part of what I'm fighting for as president of the United States. ...