I like him, but at the same time I don't really trust him.
- Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.
In retrospect, Tom realized he shouldn't have been dating both sisters at the same time.
- Geriye dönüp baktığında, Tom her iki kız kardeşle aynı zamanda flört etmemesi gerektiğini anladı.
Tom likes not only Mary but Alice as well.
- Tom sadece Mary'yi değil aynı zamanda Alice'i de sever.
Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
- Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
It's not just Tom that has to study. I have to study, too.
- Sadece Tom değil aynı zamanda ben de çalışmak zorundayım.
Tom isn't just my boss. He's my friend, too.
- Tom sadece benim patronum değil. Aynı zamanda arkadaşım da.
He is a scholar and a musician simultaneously.
- O bir bilim adamı ve aynı zamanda bir müzisyen.
I know not only the father, but also the son.
- Sadece babasını değil, aynı zamanda oğlunu da tanıyorum.
Not only you but I also was to blame.
- Sadece sen değil aynı zamanda ben de suçlanacaktım.
You can't do two things at once.
- Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
Tom and Mary were both talking at the same time.
- Tom ve Mary her ikisi de aynı zamanda konuşuyordu.
We are both to blame.
- Sadece siz değil aynı zamanda ben de suçlanmalıyım.