I like him, but at the same time I don't really trust him.
- Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.
Don't all speak at the same time.
- Hepiniz aynı zamanda konuşmayın.
This development is casting a larger and larger shadow over the chemical industry as well.
- Bu gelişme aynı zamanda kimya sanayi üzerinde de gittikçe daha büyük bir gölge düşürüyor.
What I have learnt is not just the Chinese language, but something about the country itself as well.
- Sadece Çince dilini değil ama aynı zamanda ülkenin kendisi hakkında da bir şeyler öğrendim.
I borrowed money not only from Tom, but from his wife, too.
- Sadece Tom'dan değil aynı zamanda karısından da ödünç para aldım.
It's not just Tom that has to study. I have to study, too.
- Sadece Tom değil aynı zamanda ben de çalışmak zorundayım.
He is a scholar and a musician simultaneously.
- O bir bilim adamı ve aynı zamanda bir müzisyen.
Apart from English, he also teaches math.
- İngilizcenin dışında, aynı zamanda matematik öğretir.
The singer is famous not only in Japan but also in Europe.
- Şarkıcı sadece Japonya'da değil, aynı zamanda Avrupa'da da ünlü.
You can't do two things at once.
- Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
Tom and Mary both started talking at the same time.
- Hem Tom hem de Mary aynı zamanda konuşmaya başladı.
Tom and Mary were both talking at the same time.
- Tom ve Mary her ikisi de aynı zamanda konuşuyordu.