Aslında, ben sabırsızım. Ama kaderime güveniyorum.
- Eigentlich bin ich ungeduldig. Aber ich vertraue meinem Schicksal.
Aslında onu biliyorum.
- Eigentlich weiß ich das.
Tom gerçekten asla Boston'da bulunmadı.
- Tom has actually never been to Boston.
Tom Mary için çalışmayı gerçekten sevdiğini anladı.
- Tom found that he actually liked working for Mary.
O aslında doğru değil.
- That's actually not true.
Seninle benim aramdaki fark benim aslında doğru olanı yapmaya çalışmakla ilgileniyorum olmam.
- The difference between you and me is that I'm actually interested in trying to do what is right.
O genç görünüyor, ama o aslında senden daha yaşlıdır.
- She looks young, but she's actually older than you are.
Dünyanın çevresinin iyiliği için söylüyorum, ama aslında o Dünya üzerinde yaşayan insanların iyiliği için.
- I'm saying For the sake of Earth's environment, but actually it's For the sake of the people living on Earth.
Ben aslına bakılırsa asla burada daha önce olmadım.
- I've never actually been here before.
Birçok insan tembeldir. Aslına bakılırsa ben de tembelim.
- A lot of people are lazy. Actually, I'm lazy too.
Why actually do people fret about bad weather?
- Warum grämen sich die Leute eigentlich bei schlechtem Wetter?
I... actually don't know that either, Dima admitted. Sometimes, this story really doesn't make any sense.
- Das... weiß ich eigentlich auch nicht, gab Dima zu. Manchmal ergibt diese Geschichte wirklich keinen Sinn.