savaşma

listen to the pronunciation of savaşma
Türkisch - Englisch
fight
fray
combat
savaşmak
fight

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

I do not want to fight Theodore Roosevelt. - Theodore Roosevelt ile savaşmak istemem.

savaş
warfare

Dan knows very well how to deal with psychological warfare. - Dan psikolojik savaşla başa çıkmayı çok iyi bilir.

Trench warfare characterized the 1914-1918 War. - Siper savaşı 1914-1918 savaşını simgeler.

Savaş
(isim) War

Gerhard Schroeder is the first German chancellor not to have lived through World War II. - Gerhard Schröder, II. Dünya Savaşı boyunca yaşamayan ilk şansölyedir.

He returned home from Europe in 1941, when the war broke out. - O, 1941'de, savaş patlak verdiğinde Avrupa'dan evine döndü.

savaş
{i} battle

Battle's never proven peace. - Savaş asla barışı kanıtlamamıştır.

He cheated death many times on the battlefield. - Savaş alanında defalarca kefeni yırttı.

savaşmak
{f} combat
savaş
{i} combat

The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. - Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez.

He was sent into combat. - O, savaşa gönderildi.

savaşmak
{f} conflict
savaşmak
battle
savaş
fought

Tom fought with all his might. - Tom bütün gücüyle savaştı.

The Union soldiers fought fiercely. - Birlik askerleri şiddetle savaştı.

savaşmak
war

Bush doesn't want to make wars in order to control Central Asian oil. - Bush Orta Asya petrolünü kontrol etmek için savaşmak istemiyor.

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

savaşmak
make war

Bush doesn't want to make wars in order to control Central Asian oil. - Bush Orta Asya petrolünü kontrol etmek için savaşmak istemiyor.

savaşmak
fight a battle
savaşmak
{f} struggle
savaş
{i} campaign

Eisenhower had campaigned to end the war. - Eisenhower, savaşı sona erdirmek için mücadele etti.

savaş
strife
savaş
game

This game has you battle against hordes of evil stoats. - Bu oyun seni kötü gelincik sürülerine karşı savaştırır.

savaşmak
fight something
savaşmak
wage a battle
savaşmak
fight against

You have to fight against this other woman. - Bu diğer kadına karşı savaşmak zorundasın.

Everybody must unite to fight against AIDS. - Herkes AIDS'e karşı savaşmak için birleşmelidir.

savaşmak
striving
savaşmak
wage a fight
savaşmak
wage war with
savaşmak
wage war on
savaşmak
wage war
savaşmak
wage a war
savaş
action

The army was involved in a number of brilliant actions during the battle. - Ordu savaş sırasında bir dizi görkemli eylemlerde yer aldı.

Tom began to experience remorse for his actions during the war. - Tom, savaş sırasındaki eylemleri için pişmanlık duymaya başladı.

savaş
struggle

That fight seemed like a life-or-death struggle. - Bu savaş, bir yaşam ya da ölüm mücadelesi gibi görünüyordu.

There's no sign of a struggle. - Bir savaş işareti yok.

savaş
fight

The American Navy was ready to fight. - Amerikan Donanması savaşmaya hazırdı.

Farragut captured New Orleans without a fight. - Farragut, New Orleans'ı savaş olmadan ele geçirdi.

savaş
wage war
savaş
{i} crusade
savaş
hostilities
savaş
conflict

The Winter War was a military conflict between Finland and the Soviet Union. - Kış Savaşı, Finlandiya ile Sovyetler Birliği arasındaki askeri bir çatışmaydı.

The relationship between Islam and the West includes centuries of co-existence and cooperation, but also conflict and religious wars. - İslam ve batı arasındaki ilişki yüzyıllar süren birliktelik ve ortak çalışma fakat aynı zamanda çatışma ve din savaşları içermektedir.

savaşmak
join battle
savaş
the battle
savaşmak
campaign
savaşmak
battle for
savaş
fray
savaş
struggle, fight, striving
savaş
fighting

He died fighting in the Vietnam War. - Vietnam savaşında savaşırken öldü.

There was fighting in the streets. - Sokaklarda savaş vardı.

savaş
war; battle; fight, struggle, combat; martial
savaş
wartime

After seven years of wartime captivity, Tom was a broken man. - Yedi yıllık savaş esaretinden sonra Tom çökmüş bir adamdı.

The wartime Congress had no money. - Savaş Kongresi'nin hiç parası yoktu.

savaşmak
to fight, battle, wage war
savaşmak
contend
savaşmak
strive against
savaşmak
wage war against
savaşmak
strive with
savaşmak
(karşı) battle against
savaşmak
to fight, to battle, to war; to fight (against) sth, to battle, to combat
savaşmak
to fight (against) (someone, something)
savaşmak
(için) battle for
savaşmak
wage war on smb
Türkisch - Türkisch
Savaşmak işi, muharebe
(Osmanlı Dönemi) MÜKÂFAHA
savaş
Bir şeyi ortadan kaldırmak, yok etmek amacıyla girişilen mücadele
savaş
Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silahlı mücadele, muharebe, harp
savaş
Hayvanların birbirleriyle yaptığı mücadele
savaş
Uğraşma, kavga, mücadele
Savaş
harp
Savaş
kıtal
Savaş
kavga
Savaşmak
cenkleşmek
Savaşmak
(Osmanlı Dönemi) TEZEMMÜR
Savaşmak
uğraşmak
savaş
Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silâhlı mücadele, harp
savaşmak
Uğraşmak, mücadele etmek: "Azmi'yi bizimle beraber gelmeğe pek güçlükle razı edebilmişizdir
savaşmak
Hatta bir kere de gazinonun kapısında bizden kaçmağa savaşmıştır."- R. N. Güntekin
savaşmak
Ordu ölçüsünde iki silahlı kuvvet karşı karşıya gelip çarpışmak, muharebe etmek
savaşmak
Uğraşmak, mücadele etmek