Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
- Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
- You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
Günlük en az sekiz saat uyumam gerektiğini biliyorum ama genellikle daha az uyuyorum.
- I know that I should sleep for at least eight hours per day, however usually I sleep less.
Tren saatte 500 mil gidiyordu.
- The train was going 500 miles per hour.
Tom Mary'ye su aygırlarının saatte yaklaşık 30 kilometrelik bir hızla koşabileceğini düşündüğünü söyledi.
- Tom told Mary that he thought a hippopotamus could run at a speed of about 30 kilometers per hour.
Onun maaşı aylık 250,000 yendir.
- His salary is 250,000 yen per month.
Onun maaşı aylık 250.000 yen.
- His salary is 250 thousand yen per month.
Işık hızı saniyede yaklaşık 186.000 mildir.
- The velocity of light is about 186,000 miles per second.
Modern bilgisayarlar saniyede on üzeri dokuz (10^9) işlem yapıyor.
- Modern computers carry out ten to the ninth power (10^9) operations per second.
Tom, olaylara daima olumsuz tarafından bakan çok kötümser bir insan.
- Tom's a very pessimistic person and always sees the negative side of any situation.
Tom birisi ya da bir şey tarafından gözdağı verilen insan türü değildir.
- Tom isn't the kind of person who is intimidated by anyone or anything.
Tek başına değişim, sürekli, sonsuz ve ölümsüzdür.
- Change alone is eternal, perpetual, immortal.
Bu ülkede aile başına düşen çocuk sayısı 2'den 1,5'a düştü.
- In this country the average number of children per family fell from 2 to 1.5.
Britanyalı kadınların yüzde elli ikisi çikolatayı sekse tercih ediyor.
- Fifty-two per cent of British women prefer chocolate to sex.
Almanya'da KDV yüzde 19'dur.
- The VAT in Germany is 19 per cent.
Japon halkının kişi başına düşen pirinç tüketimi yaklaşık elli yıl önce olanın yarısı.
- The per capita consumption of rice of Japanese people is about half of what it was fifty years ago.
Ben hizmetlerim için haftalık 2.000 dolarlık sabit bir ücret talep ediyorum.
- I charge a flat fee of 2,000 dollars per weekend for my services.
Sen dışarıdayken Sato isimli biri seni ziyarete geldi.
- A person named Sato came to visit while you were out.
Tom dün ön ehliyetini aldı, bu yüzden araba sürmeyi pratik yapmak için babası ile birlikte dışarıda.
- Tom got his learner's permit yesterday, so he's out with his father practicing driving.
Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.
- I assure you Tom will be perfectly safe.
Tom şu anki aylığından tamamen memnun.
- Tom is perfectly satisfied with his current salary.
Mary mükemmel şekilde manikürlü tırnaklarını saçının içinden geçirdi.
- Mary ran her perfectly manicured nails through her hair.
Benim kişisel bakış açıma göre onun fikri doğrudur.
- From my personal point of view, his opinion is right.
Bu görevi başka bir kişiye vermelisin.
- You should give this task to some other person.
Ülkenizde saat başına ortalama ücret nedir?
- What's the average wage per hour in your country?
Almanya'da saat başına ortalama ücret nedir?
- What's the average wage per hour in Germany?
Admission is £10 per person.
I parked my car at the curb per your request.
The medication is to be administered per orum.
beats per minute.
If humans are mortal, and Socrates is a human, then per alia Socrates is mortal.
If, per impossibile, large economic inequalities did not threaten political, legal, and social equality, they would be much less objectionable.
Three per mille.
Well, that's not correct per se, but the situation is something like that.
The law makes drunk driving illegal per se.
Mother has been sick since last Thursday.
- Anne geçen Perşembeden beri hastadır.
Tom hopes to get the results by Thursday.
- Tom Perşembeye kadar sonuçları almayı umuyor.
You must hand in your homework by Thursday without fail.
- Ev ödevini Perşembeye kadar mutlaka teslim etmelisin.
This camera is the one that Tom bought last Thursday.
- Bu, Tom'un geçen Perşembe aldığı kameradır.